17 Nisan 2010 Cumartesi


KİMLERE İTAAT EDİLİR?
ALLAH’A İTAAT
Kendisine itaat edilmesi gereken en büyük otorite, şüphesiz ki, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tırhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif O'na itaat her itaatten önce gelir, O'nun buyruğu tüm buyruklardan üstündürhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Kendisinden başkasına itaat, ancak O'nun izniyle ve müsaade ettiği ölçüdedirhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Kuran’da kimlere itaat edileceği müminlere bildirilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\MANZARA\niagara.jpg 

Görülüyor ki, itaatte öncelik; her şeyi yaratan ve dilediği gibi evirip çeviren, ibadette kendisine ortak kabul etmeyen, tek hüküm sahibi Allah'ındırhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gifMüsaade ettiği ölçüler içinde başkasına itaat etmek de aslında kendisine itaat etmektirhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Allah,Kendisiyle birlikte elçisine de itaat etmemizi ister. Bu emir pek çok ayette bildirilmiştir.
Allah’a ve Resulüne itaat etmek, imanın kalbe girmesine vesile olmaktadır.Bu Hucurat Suresinde bize şöyle haber verilmektedir:
Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi,14)
İnanan insanlar, Kuran’daki "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de." (Nisa Suresi, 59) ayetine uygun olarak, itaat konusunda birbirleriyle yarışırlar ve bu konuda kesinlikle bir gevşeklik göstermezler.
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa Suresi, 13-14)
ELÇİYE İTAAT 
Allah, tüm insanları gönderdiği elçilere uymakla ve onlara itaat etmekle sorumlu tutmuştur. Elçiler, Allah'ın emirlerini yerine getiren, insanlara Allah'ın vahyini ileten ve hal ve tavırlarıyla, konuşmalarıyla, kısacası tüm hayatlarıyla insanlara Allah'ın hoşnut olacağı umulan insan modelini ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğini gösteren mübarek insanlardır. Allah Kuran'da elçilerine uyanların kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Elçiye itaat, önemli bir ibadettir. Allah itaat konusunun önemini Kuran'da şöyle haber verir:

"Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik..." (Nisa Suresi, 64) 
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\KİTAPLAR\QURAN\quran1.jpg
Kuran'ın birçok ayetinde ise, peygamberlere itaat edenlerin aslında Allah'a itaat etmiş oldukları bildirilir. Elçilere başkaldıranlar ise, gerçekte Allah'a karşı gelmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

"Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik." (Nisa Suresi, 80)

"Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir."(Fetih Suresi, 10)

Tüm alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz (sav) de, hadis-i şeriflerinde itaatin önemini hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:

"Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 482)

Allah, Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Peygamberimiz (sav)'e danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, çözüm bulamadıklarında veya ümmetin güvenliğine, sağlığına, ekonomik durumuna yönelik bir haber öğrendiklerinde bunları da hemen Peygamberimiz (sav)'e iletir ve ondan en hayırlı ve güvenli çözüm veya yöntemi öğrenerek uygularlardı. Bu, Allah'ın Kuran'da müminlere emrettiği çok önemli bir ahlaktır. Örneğin Allah bir ayetinde, tüm haberlerin peygambere veya onun kendisine vekil kıldığı kişilere iletilmesini emretmektedir. Ayette şöyle buyrulur:

"Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz." (Nisa Suresi, 83)

Bu elbette ki birçok hayrı ve hikmeti olan bir emirdir. Peygamberimiz (sav)'in her emri ve hükmü Allah'ın koruması altındadır. Dolayısıyla verdiği kararlar daima hayır olur. Peygamberimiz (sav)'in her sözü, her kararı, her önlemi müminlere ve aslında tüm insanlara hayır ve güzellik getirmiştir.
Mümin, Allah'ın ve elçisinin emirlerini gönülden boyun eğerek uygular; onun sözlerine itaat ederken kalbinde en küçük bir sıkıntı ya da burkuntu duymaz. Allah'ın ve elçisinin hükmettiği herşeyin en doğru, en güzel ve en hayırlı olduğunu bilir. Kimi zaman şeytan elçinin söylediğinden daha farklı birşey yapmasını emretse de, mümin en hayırlı yolun elçinin gösterdiği yol olduğunu bilerek hareket eder. Bu içten ve teslimiyetli yaklaşım ise tamamen müminin imanından kaynaklanır.

Aksi bir durum, yani görünüşte bir itaat olup da, kalpte tam bir teslimiyetin bulunmaması ise, ayetlerde belirtildiğine göre o kişinin gerçekte iman etmemiş olduğunun bir kanıtıdır:

"Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. " (Nisa Suresi, 65)

Bir kişi islam'ın ve müminlerin gücünden çekindiği için görünürde itaatli bir tavır gösterebilir, söylenen şeyleri eksiksiz olarak yerine getirebilir. Ancak o kişi, kalbi tam anlamıyla tatmin bulmuş olarak itaat etmediği sürece gerçekten iman etmiş sayılmaz. Çünkü böyle bir davranış, o kişinin kalbinde Allah ve elçisi hakkında hala birtakım şüphe ve kuruntular bulunduğunu gösterir. içten ya da diğer bir deyimle "batıni" bir itaate sahip olmaması, yalnızca fiziksel bir teslimiyet gösteriyor olması, kişinin yaptığı işlerin de boşa gitmesine sebep olabilir. Görünüşte itaat etmiştir ama ahirette bunlardan dolayı karşılık görmeyebilir. Bu yüzden mümin, kendi dünyevi çıkarlarına ters düşse bile, Allah'ın elçisinden gelen bir hükmü içten bir sevinç ve neşe ile karşılamalı, imanının ve teslimiyetinin lezzetini kalbinde hissetmelidir. Hak olan bir şey karşısında üzülüp sıkıntıya düşmek, burkuntu duymak imanla bağdaşan tavırlar değildir.
ELÇİ ADALETLE HÜKMEDER
Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.  (Mâide Suresi, 42)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\terazi.jpg 
Yüce Allah’ın ayette haber verdiği gibi elçi hükmederken adaletli davranır. Allah’ın ona verdiği görevi istismar etmez. Allah korkusu sebebiyle Allah’ın ona vermiş olduğu feraset, onun hükmederken en doğru olanı seçebilmesini sağlar. Fakat elçiye itaatin gerçekte Allah’a itaat olduğunu kavrayamayan kişiler elçinin adaletinden yana kuşkuya kapılırlar ve bundan dolayı itaatten yüz çevirirler. Allah bu tür kimseleri Kuran’da “zalim” olarak isimlendirmektedir.
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 48-50)
Kimileri de elçiye karşı kendi aklını beğenir. Yalnız bu tür insanlar için kriter çoğunlukla takva değil mal, servet gibi dünya hayatının geçici yararlarıdır. Bu insanlar bu davranışlarıyla Allah’ın hayırlı olanı seçmediğini düşünerek –Allah’ı tenzih ederiz- yalnızca elçiye karşı değil Allah’a karşı da akıllarını beğenmiş olurlar. Halbuki Allah “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)” ayetiyle, insanların hayırlı olana akıl erdiremeyebileceklerini bildirmiş, onları kaderi düşünmeye sevketmiş, aynı zamanda yanlış bir düşünceye kapılmamaları için bir hatırlatma yapmıştır. Bu durumla ilgili olarak Yüce Allah, Talut’u melik olarak seçtiğinde kavmin önde gelenlerinin verdiği tepkiyi Kuran’da şu şekilde haber vermektedir:
Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247) 
ELÇİNİN YOLU İSLAM DÜNYASI İÇİN NURDUR
"Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır."(Araf Suresi, 157)

Sonsuz rahmet sahibi olan Allah, Kuran ile insanlara doğruyu yanlıştan ayıracak, onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir yol göstermiştir. Tüm iman edenler için Kuran’ı okuyup anlamak ve eksiksiz olarak yaşamlarına geçirmek son derece önemli bir sorumluluktur ve her mümin bu konuda büyük bir titizlik gösterir. Müminlerin bu önemli görevi yerine getirebilmelerine vesile olan en büyük kolaylık ve rahmet ise Peygamber Efendimiz (sav)’in değerli sünnetleridir.

İslam dini Rabbimiz'in "...Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) ayetiyle de bildirdiği üzere "son hak din”dir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise, Allah'ın "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır" (Ahzap Suresi, 21) ayeti ile ahlakını tüm insanlara örnek gösterdiği mübarek bir insandır. 
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\peygamber.jpg
Yüce Allah'ın seçtiği ve kendisine Kuran'ı indirdiği Peygamberimiz (sav); imanı, takvası ve ilmi ile tüm insanlara örnektir. Sabrı, tevekkülü, cesareti, Allah'a bağlılığı ve yakınlığı, adaleti, müminlere olan merhameti, sevgisi ve şefkati, feraseti ve basireti ile üstün bir ahlaka sahiptir. Peygamberimiz (sav)'in derin imanının önemli alametlerinden olan bu özelliklerini, Allah'a gönülden itaat eden müminler örnek alırlar. Çünkü, Kuran ahlakını öğrenmek ve yaşamak isteyenler için Peygamberimiz (sav)'in uygulamaları ve sünnetleri çok değerli birer rehberdir.

Ayrıca Rabbimiz, müminlere, anlaşmazlığa düştükleri konularda kendilerine yol gösterici olarak, Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerini almalarını emretmiştir. Yüce Allah'ın, Kuran-ı Kerim'de bu konu ile ilgili olarak bildirdiği ayet şöyledir:

"Hayır, öyle değil. Rabbine andolsun. Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp, sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa Suresi, 65)

Gerçek sünnet, Kuran'ın hayata geçirilmesidir. Bu yüzden, Kuran'ın hayata geçirilmiş şekli olan Peygamberimiz (sav)'in sünneti konusunda, mümin erkek ve kadınlar için herhangi bir tevil getirme ve itaatsizlik etme hakkı yoktur. Yüce Allah başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır:

"Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir kadın ve mümin bir erkek için, o işte, kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (Ahzab Suresi, 36)

PEYGAMBERİMİZ (SAV)'E DUYDUĞUMUZ SEVGİ 
Hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimiz, yeryüzündeki elçisine duyulan sevginin Kendisi'ne duyulan sevgiye de bir ölçü olacağını "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran Suresi, 31) ayetiyle bildirmiştir. Bu yüzden, Allah'a itaatin göstergelerinden birisi, Resulullah (sav)'in sünnetine uymaktır. Hiçbir mümin Resulullah (sav)'e itaati terk edemez. Peygamber Efendimiz (sav) sünnete uyanları şu şekilde müjdelemektedirler:

"Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir." (Tirmizi)

Allah'ın Kuran-ı Kerim'de "…Sen büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) ayetiyle övdüğü Resulullah (sav)'in söz ve davranışları, insanlar için en iyi örneği teşkil etmektedir. İnsanlık, Hz. Ayşe'nin "Onun ahlakı Kuran'dan ibarettir" dediği Resulullah (sav)'i örnek almadığı takdirde, güzel ahlaktan uzak kalacağı gibi, dünya ve ahiret saadetini de elde edemeyecektir.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\elçi.jpg

Allah'ın "…ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi, insanlar için son peygamber olarak gönderdiği, en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz (sav), müminlerin velisidir. Allah, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız" (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle haber verdiği üzere son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah'a olan güçlü imanı ile Allah'ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah'ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur. 
ELÇİYE İSYAN EDENLER
Elçiye itaat etmeyen insanlar enaniyetleri sebebiyle elçinin aklını küçümser, onun fikirlerini hafife alır, hatta iyice ileri giderek onunla alay ederler. Onu düşük akıllı, deli olarak nitelendirirler. En sonunda elçi ve beraberindeki müminlerle yollarını ayırırlar. Kuran’da “münafık” olarak isimlendirilen bu insanların geriye kalan dünya hayatlarında ve ahirette nasıl bir duruma düşeceği Kuran’da şu şekilde haber verilmektedir:
Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Bir başka Kuran ayetinde Allah’a ve elçisine isyan edenin durumu şu şekilde haber verilir:
Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır. (Nisa Suresi, 14)
Bu tür insanların ise kızgınca yanan cehennem alevi içinde azap çekerlerken sarfettikleri pişmanlık dolu sözler Ahzab suresinde şu şekilde haber verilmektedir:
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb Suresi, 66)
Allah rızası için yapılan salih davranışlar yalnızca itaat edilerek yapılıyorsa bereket kazanır ve Allah katında değer bulurlar. Bunun aksi durumda yapılan salih davranışlar Allah katında geçersiz olacaktır. Bunu Allah Kuran’da şu şekilde bildirir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın. (Muhammed Suresi, 33)

EMİR SAHİPLERİNE İTAAT
Kuran’da Allah ve elçisine itaatin yanısıra Emir Sahiplerine de itaatten bahsedilir. Emir sahipleri elçinin bazı konularda ehil olarak gördüğü ve o konuyla ilgili sorumluluk verdiği kişilerdir. Elçi bu sorumluluğu yine Yüce Allah’ın ona ilham ettiği feraset sayesinde verir. Emir sahiplerine itaat de Allah’a ve elçisine olduğu kadar önemlidir. Nisa suresinin 59. Ayetinde Allah, emir sahiplerine itaat etmenin önemini, Kendisine ve elçisine itaat ifadeleriyle birlikte kullanarak çok açık bir şekilde vurgulamıştır:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Ayetten de anlaşılacağı gibi Allah müminlere, kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda karmaşaya sürüklememeleri ve konuyu hayırlı bir sonuçla sonlandırmaları için elçiye başvurmalarını emretmiştir. Müminlerin bu gibi durumlarda elçiye itaat etmemeleri ve konuyu kendi aralarında çözmeye çalışıp çekişmeleri durumunda nasıl bir durum içine düşecekleri Kuran’da şu şekilde haber verilir:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.  (Enfal Suresi, 46)
Ayetlerden elçinin ve emir sahiplerinin önemi ve bir sorunla karşılaşıldığında doğru olanın Kuran ahlakının korunması olduğu da anlaşılmaktadır. Elçinin ve emir sahiplerinin diğer müminlerden daha üstün bir kavrayışa sahip oldukları bir başka ayette şu şekilde haber verilmektedir:
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler,' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)
Ayetin sonundaki “şeytana uymuştunuz” ifadesinden anlaşılacağı gibi itaat, kişinin kendini düzeltebilmesi ve doğruyu bulabilmesi için Allah’ın müminlere bahşettiği bir nimettir.
ANNE BABAYA İTAAT
Bazı toplumlarda aile yapısı, inançlı bir temele dayansa da, kimi zaman, bazı ailelerde Kuran ahlakını yaşamak isteyen aile bireylerine karşı olumsuz tepkiler oluştuğu gözlenmektedir. Bazı aileler çocuklarının dini konulara karşı en ufak bir eğilimine bile şiddetli tepkiler verebilmektedirler. İşin en ilginç yanı da, çocuklarını dinden uzak tutabilmek için dinin bazı hükümlerini çarpıtma yoluna gitmeleridir. Din ahlakını yaşamaya karar veren çocuklarını cahiliyeye geri çekebilmek için, "anne babaya karşı gelmek, onları üzmek dinimizde en büyük günahtır", "anne-baba hakkı herşeyin üzerindedir", "sana hakkımı helal etmem", gibi hatalı yaklaşımlar sergileyebilmektedirler. Bu tip gerekçelerle yapılan psikolojik baskılar, henüz İslam hakkında yeterli bilgisi olmayan bir kişide ister istemez hatalı bir davranış yaptığı hissini uyandırabilir.

Oysa her konuda olduğu gibi, bu konuda da iman eden bir kimse için yapılacak en doğru hareket Kuran'a başvurmaktır. Kuran ahlakında anne-babaya karşı takınılacak tavır ise son derece açıktır. Öncelikle Kuran'da anne-babaya karşı iyi ve güzel davranmak tavsiye edilir:
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik... (Ankebut Suresi, 8)
C:\Users\kişi\Desktop\yasli_anne_baba87.jpg 
Ancak bu ifade, anne-babanın her isteğini kayıtsız şartsız yerine getirme, her konuda onlara boyun eğme anlamına gelmez. Ayette belirtilen, anne-babaya karşı saygılı, ölçülü, anlayışlı, tatlı dilli bir tavır takınılması; üzücü, incitici, kalp kırıcı söz ve davranışlardan kaçınılmasıdır. Fakat bu, dini konularda,    Allah'ın emir ve yasaklarını içeren konularda taviz vermeye varan bir saygı şekli değildir. Aynı ayetin devamında bu saygı ve anlayışın sınırları şöyle bildirilmiştir:
... Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)
Görüldüğü gibi anne ve babaya itaatin sınırları Allah'a itaat noktasında sona ermektedir. Anne-babanın, "Allah'ın emirlerini ve yasaklarını değil, benim isteklerimi yerine getirmelisin" tarzındaki bir isteğini kabullenmek, onları Allah'a ortak koşmak anlamına gelebilir. Kuşkusuz bir mümin için böylesi bir itaat, asla söz konusu olamaz.

Ancak Allah inananları, anne ve babaları inançsız da olsalar, din konusunda onlara itaat etmemekle birlikte, dünyevi konularda iyi ve güzel davranmaya, onları hoş tutmaya teşvik etmektedir:
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır. Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban), hakkında bir bilgin olmayan şeyi Bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma'ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve Bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 14-15)
Dikkat edilirse anne-babayla ilgili ayetlerde, Allah'a ortak koşulmaması, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi özellikle vurgulanmaktadır. Ve üstteki ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, itaat edilecek kişi, cahiliyeye çağıran anne-baba değil, "gönülden-katıksız olarak Allah'a yönelen" kişidir.

Kuran'ı incelersek, inananların bir bölümünün aileleriyle ya da yakın akrabalarıyla imtihan edildiklerini görürüz. Bunların arasında peygamberler de vardır. Örneğin Hz. İbrahim, kendisini cahiliyeye çağıran, hatta onu bu konuda tehdit eden babasına karşı Kuran'da bildirilen "itaat etmeme, ama iyi geçinme" yöntemini uygulamıştır:
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğruyu söyleyen bir peygamberdi.
Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır."
"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun."
(Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git."
(İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. (Meryem Suresi, 41-47)
Bunun yanı sıra, Hz. Lut ve Hz. Nuh'un eşleri de inkarcı olmuş ve bu nedenle de Allah aralarını ayırmış, inkarcı eşlerini azaplandırmıştır. Hz. Nuh'un oğlu da inkarcıdır ve bundan dolayı Allah Hz. Nuh'a "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır)..." (Hud Suresi, 46) uyarısında bulunmuştur.

Peygamberimiz (sav) de İslam'ı yayma vazifesini yerine getirirken yakın akrabalarından düşmanlık derecesinde tepkiler almıştır. Öz amcası olan Ebu Leheb, büyük bir kin ve nefretle Peygamberimiz (sav) aleyhinde propaganda yapmış, onun önüne türlü engel ve zorluklar çıkartmıştır. Öyle ki Ebu Leheb'i lanetleyen özel bir sure indirilmiştir. İslamiyetin ilk yayılma dönemlerinde birçok Müslüman da aynı Peygamberimiz (sav) gibi aileleri tarafından çok çeşitli tepki ve eziyetler görmüş, fakat buna rağmen dinlerinden taviz vermemişlerdir. Onların bu kararlılık ve samimiyetlerinden etkilenen birçok anne-baba da, daha sonra İslamiyeti benimsemişlerdir.

Müminlerin bu konuda son derece kararlı davranmalarının nedeni, Kuran'da akılcılığın teşvik edilmesinden kaynaklanır. Kuran'da hiçbir konuda duygusal bir yaklaşım tavsiye edilmez. İslam dini akla dayalı bir din olduğu için duygusal, romantik bir ruh hali, dinin yaşanmasını oldukça güçleştirir. Müslüman, son derece içli, ince ruhlu, hassas bir insandır, ama Allah'ın dininin gerekleri, İslam'ın menfaatleri söz konusu olduğunda en ufak bir duygusallığa kapılmaz ve Kuran ayetlerini uygulama konusunda taviz vermez. Ölçüsü Allah'ın rızasının en çoğunu gözetmek olduğu için hiçbir konu, hiçbir kişi, hiçbir şey hakkında saplantısı ve önyargısı yoktur. Gerçek iman ancak böyle bir ruh haliyle elde edilebilir. Duygusallığın özünde yatan, sevginin yanlış yönlendirilmesidir. Gerçek bir mümin sevgisini ancak Allah'a ve O'nun rızasının olduğu kişilere yöneltir. Bunun dışında, yani Allah rızası dışında beslenen bir sevgi Kuran'da "put edinme" ya da "şirk (ortak) koşma" adı verilen durumu oluşturur. Kuran'da Hz. İbrahim'in ağzından bu durum şöyle açıklanır:
(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur." (Ankebut Suresi, 25)

C:\Users\kişi\Desktop\hz_ibrahim_2.jpg

Allah'a ve dine karşı düşmanca tavırlar sergileyen bir kimseye sevgi beslemek de ayette tarif edilen bu konuma girer. İsterse söz konusu kimse insanın ailesi, annesi, babası, çocuğu, kardeşi, karısı, kocası ya da herhangi bir yakını olsun, farketmez. Kuran'da bu konuya açıklık getirilmiştir:
Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir. De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 23-24)
Kuran'da, Allah'ın emirlerini yerine getirebilmek için evlerinden, ailelerinden ayrılmak zorunda kalan müminlerden bahsedilir. Bunlardan biri Hz. Meryem'dir. Hz. Meryem'in genç ve korumasız olması, yalnızca Allah'a güvenip sığınarak, O'nun rızasını kazanmak amacıyla tek başına ailesinin ve kavminin yanından ayrılmasına engel olmamıştı. Kuran'da, Hz. Meryem'den söz edilirken şöyle denir: 
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. (Meryem Suresi, 16)
Kuran'daki bir diğer örnek de Kehf kıssasında bahsi geçen gençlerdir. Bunlar, kavimleri Allah'a isyan ettikleri için onlardan ayrılmış ve bir mağaraya sığınmışlardı:
"Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?" 
(İçlerinden biri demişti ki:)"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın." (Kehf Suresi, 15-16)
Kısacası, cahiliye toplumunun içinden çıkıp gelen insanın ailesi de Kuran ahlakına sahip değilse ve çocuklarını Allah'ın rızasından alıkoymaya çalışıyorsa, bu durumda onlara güzellikle doğruları anlatmak gerekir. Eğer bu anlatım fayda etmezse, onlara karşı takınılacak tavır, Kuran'da tavsiye edilen şekilde olmalıdır.
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder