17 Nisan 2010 Cumartesi



İTAAT NEDİR?
İtaat, pek çok Kuran ayetinde emredilen son derece önemli bir ibadettir. Ayetlerde bildirildiğine göre bu ibadet, hem Allah'tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkarcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır.
Allah'a iman etmiş bir insanın güzel ahlakını ortaya koyan, kendisine has çok özel tavır ve davranışları olur. Bu ahlakın örneklerini Yüce Allah Kuran-ı Kerim'de bizlere detaylı olarak bildirmiştir. Yüce Allah’a gönülden iman eden Müslümanları diğer insanlardan ayıran en önemli fark da, her ortam ve şartta Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği bu güzel ahlaka en küçük bir taviz dahi vermeden uymalarıdır. Kuşkusuz bunun sonucunda ortaya üstün bir ahlak modeli çıkmaktadır. Çünkü insan güzel ve değerli olan tüm vasıflara ancak Allah’ın bildirdiği din ahlakına uyduğunda sahip olabilir. Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, Kuran’da doğruluğu, adaleti, sabrı, fedakarlığı, vefayı, sadakati, kararlılığı, itaati, alçakgönüllülüğü, hoşgörüyü, şefkati, merhameti, öfkeyi yenmeyi ve daha birçok üstün ahlak özelliğini emretmektedir. Bunlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışan müminleri diğer insanlardan üstün kılan önemli ahlak özellikleridir. Bu üstün ahlak özelliklerinin müminler için diğer bir önemi ise her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah’ın sevgisine kavuşmalarına vesile olacak olmalarıdır. Bu nedenle dünya hayatında da ahiret hayatında da Rabbimiz’in rahmetini ve sevgisini umut eden müminlere düşen; Allah’ın bildirdiği bu ahlak özelliklerine içtenlikle uymak için gayret göstermektir.

“İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96)
Unutulmamalıdır ki Allah'a itaate dayanan ve insana O'nun rızasını, rahmetini ve cennetini kazandıracak olan iman yolu terk edildiğinde, bencil tutkuları (hevayı) ilah edinmeye dayanan ve dünyada horluk ve aşağılık, ahirette ise cehennemle sonuçlanabilecek isyan yolu seçilmiş olunur.
"İŞİTTİK VE İTAAT ETTİK" DİYEBİLMEK
Bir insan dini öğrenip kabullenmeden önce, tüm hayatını, Allah'ın kitabındaki kıstaslar dışındaki birtakım kurallara ve toplumun ölçülerine göre düzenler. Cahiliye toplumlarında pek çok gelenek, adet oluşmuştur ve bu toplumun üyeleri diğer insanlarla olan ilişkilerini bu ölçülere dayandırırlar. 
Kur’an-ı Kerim’de müminlerin önce Allah ve Resulü’ne iman ettikleri, daha sonra da Allah’ın yolunda mücadele ettikleri haber verilir. Bu konuyla ilgili ayet şu şekildedir:
Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurât Suresi, 15)
Kişi “işittim ve iman ettim” diyerek, Allah yolunda canıyla ve malıyla mücadele edeceğine, Allah’ın Kuran’da bildirdiği emir ve yasaklarına kalbinde hiç bir kuşku duymaksızın tam bir teslimiyetle iman ve itaat edeceğine söz vermiş olur. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve: "İşittik ve itaat ettik" dediğinizde sizi, kendisiyle bağladığı sözünü (misakını) anın. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, sinelerin özünde olanı bilendir. (Mâide Suresi, 7)
Allah'a verilen söz ise, ağır bir sorumluluktur. (Ahzab Suresi, 15) ayeti gereğince de verdiği bu söze son derece titizlikle uyar. Artık samimi bir şekilde Allah’a yönelen kişi, O’nun yolunda mücadele etmeye başlar. Bu durumda ayetlere göre kişinin aynı zamanda itaat etmesi de gerekmektedir. Kuran’da kimlere itaat edileceği müminlere bildirilmiştir. İtaat etmesi gerekenler ise Allah ve O’nun Elçisidir. 
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Kimlere itaat edileceği konusu bir sonraki bölümde detaylı olarak açıklanacaktır.
Samimi bir mümin için Allah'tan ve O'nun Kitabından başka doğru bir yol gösterici yoktur. Bunu kavrayan bir insan, cahiliye dönemini geride bırakmalı, orada kazandığı davranış kalıplarını tamamen atarak, sadece Kuran'da bildirilen yolu ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini izlemelidir. Ve kuşkusuz diğer insanlarla olan ilişkilerinde de Kuran'da haber verilen yöntemi uygulamakla sorumludur.
Bir insan eğer dini yaşamaya çalışmak ve doğruyu bulmayı hedefliyorsa, Kuran'ın "hidayet verici" vasfı ile kısa sürede doğruyu görecektir. Bu durumda yapması gereken tek şey, doğru olduğunu gördüğü şeyi kabul etmek ve ona itaat etmektir. Kuran'da müminlerin bu konudaki samimiyeti şöyle açıklanır:
Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. (Nur Suresi, 51-52)
Ancak eğer bir kimse Kuran'ın tüm açıklamalarını öğrendikten ve bunların doğru olduğunu da vicdanen kabul ettikten sonra hala Allah'ın hükümlerine uymakta direnir ve itaat etmezse, bu o kişinin samimiyetsizliğinin bir delilidir. Çünkü doğru olduğunu bildiği bir sistemi reddetmekte ve yanlış olduğunu öğrendiği bir sistemde yaşamakta ısrar etmektedir. Bu tür bir insanın kuşkusuz şahsiyetinden, samimiyetinden, iradesinden söz edilemez. Eğer bu tavrında ısrar ederse, kısa sürede tam bir inkarcı durumuna gelebilir. Ve inkarcılar, Kuran'ın bildirdiğine göre, akletme yeteneğini yitirmiş, körleşmiş ve sağırlaşmışlardır:
Şimdi sen, kendi hevasını (bencil tutkularını) ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Böyle bir gidişin sonu ise içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir... Öyleyse akıl sahibi insana düşen, ayette bildirildiği gibi "işittik ve itaat ettik" demektir. Birçok hayra vesile olan itaatin önemli bir mümin özelliği olduğu bir ayette şöyle bildirilmiştir:

“Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiçbirini ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sanadır" dediler.” (Bakara Suresi, 285)
ASLINDA HERKES İTAAT EDER
De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur Suresi, 54)

Allah'ın yukarıdaki ayette de bildirdiği gibi, elçiye itaat edenler hidayet bulacaklardır. Tarih boyunca tüm insanlar Allah'ın elçilerine uyup uymamaları ile denenmişlerdir. Allah elçilerini hep insanların arasından seçmiştir. Bazı sığ görüşlü ve akılsız kimseler ise kendi aralarından çıkan veya malca diğerlerine göre fazla zengin olmayan bir insana itaat etmeyi kavrayamamışlardır. Oysa, Allah elçilerini seçmiş, Kendi Katından her yönüyle güçlendirmiş, onlara ilim ve kuvvet vermiştir. Bu insanların kavrayamadıkları önemli gerçek ise, seçimin Allah'a ait olduğudur. Samimi bir mümin, Allah'ın seçtiği insana gönülden itaat eder, ona gönülden bağlanır ve saygı duyar. Elçinin sözüne her uyduğunda ise, aslında Allah'a uyarak itaat ettiğini bilir. Allah'a ve dine teslim olanlar, Allah'ın elçisine de teslim olur itaat ederler. 
İnsanlar genelde itaat kavramını tanır ve bilir. Ve her insan aslında birine ya da bir şeye itaat eder. Örneğin, eğer bir insan elçinin söylediklerine karşı içinde bir kuşku duyuyorsa, kendi aklını daha çok beğenip, kendi fikrinin daha doğru ve iyi olduğunu zannediyorsa, kendi aklına itaat ediyordur. İstek ve tutkularının esiri olarak yaşıyorsa, nefsine itaat ediyor demektir. Yine bir insanın, Allah’ın dışında rızasını gözettiği başka bir varlık varsa, o varlığa itaat ediyor olması söz konusudur.
Kısacası, insan ya Allah’a itaat etmektedir ya da şeytana itaat etmektedir. Kişinin yaptığı her harekette itaat vardır. Bu ya Allah’adır ya da şeytanadır.İnsan vicdanına uyarak davranıyorsa Allah’a, nefsinin istek ve tutkularını gözeterek davranıyorsa şeytana itaat ediyor demektir.
Allah sadece Kendisi'ne teslim olanlardan için ise ayette şöyle söz eder:

Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)

C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif

KİMLERE İTAAT EDİLİR?
ALLAH’A İTAAT
Kendisine itaat edilmesi gereken en büyük otorite, şüphesiz ki, tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tırhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif O'na itaat her itaatten önce gelir, O'nun buyruğu tüm buyruklardan üstündürhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Kendisinden başkasına itaat, ancak O'nun izniyle ve müsaade ettiği ölçüdedirhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Kuran’da kimlere itaat edileceği müminlere bildirilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\MANZARA\niagara.jpg 

Görülüyor ki, itaatte öncelik; her şeyi yaratan ve dilediği gibi evirip çeviren, ibadette kendisine ortak kabul etmeyen, tek hüküm sahibi Allah'ındırhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gifMüsaade ettiği ölçüler içinde başkasına itaat etmek de aslında kendisine itaat etmektirhttp://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif Allah,Kendisiyle birlikte elçisine de itaat etmemizi ister. Bu emir pek çok ayette bildirilmiştir.
Allah’a ve Resulüne itaat etmek, imanın kalbe girmesine vesile olmaktadır.Bu Hucurat Suresinde bize şöyle haber verilmektedir:
Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi,14)
İnanan insanlar, Kuran’daki "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de." (Nisa Suresi, 59) ayetine uygun olarak, itaat konusunda birbirleriyle yarışırlar ve bu konuda kesinlikle bir gevşeklik göstermezler.
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa Suresi, 13-14)
ELÇİYE İTAAT 
Allah, tüm insanları gönderdiği elçilere uymakla ve onlara itaat etmekle sorumlu tutmuştur. Elçiler, Allah'ın emirlerini yerine getiren, insanlara Allah'ın vahyini ileten ve hal ve tavırlarıyla, konuşmalarıyla, kısacası tüm hayatlarıyla insanlara Allah'ın hoşnut olacağı umulan insan modelini ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğini gösteren mübarek insanlardır. Allah Kuran'da elçilerine uyanların kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Elçiye itaat, önemli bir ibadettir. Allah itaat konusunun önemini Kuran'da şöyle haber verir:

"Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik..." (Nisa Suresi, 64) 
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\KİTAPLAR\QURAN\quran1.jpg
Kuran'ın birçok ayetinde ise, peygamberlere itaat edenlerin aslında Allah'a itaat etmiş oldukları bildirilir. Elçilere başkaldıranlar ise, gerçekte Allah'a karşı gelmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

"Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik." (Nisa Suresi, 80)

"Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir."(Fetih Suresi, 10)

Tüm alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz (sav) de, hadis-i şeriflerinde itaatin önemini hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:

"Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 482)

Allah, Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Peygamberimiz (sav)'e danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, çözüm bulamadıklarında veya ümmetin güvenliğine, sağlığına, ekonomik durumuna yönelik bir haber öğrendiklerinde bunları da hemen Peygamberimiz (sav)'e iletir ve ondan en hayırlı ve güvenli çözüm veya yöntemi öğrenerek uygularlardı. Bu, Allah'ın Kuran'da müminlere emrettiği çok önemli bir ahlaktır. Örneğin Allah bir ayetinde, tüm haberlerin peygambere veya onun kendisine vekil kıldığı kişilere iletilmesini emretmektedir. Ayette şöyle buyrulur:

"Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz." (Nisa Suresi, 83)

Bu elbette ki birçok hayrı ve hikmeti olan bir emirdir. Peygamberimiz (sav)'in her emri ve hükmü Allah'ın koruması altındadır. Dolayısıyla verdiği kararlar daima hayır olur. Peygamberimiz (sav)'in her sözü, her kararı, her önlemi müminlere ve aslında tüm insanlara hayır ve güzellik getirmiştir.
Mümin, Allah'ın ve elçisinin emirlerini gönülden boyun eğerek uygular; onun sözlerine itaat ederken kalbinde en küçük bir sıkıntı ya da burkuntu duymaz. Allah'ın ve elçisinin hükmettiği herşeyin en doğru, en güzel ve en hayırlı olduğunu bilir. Kimi zaman şeytan elçinin söylediğinden daha farklı birşey yapmasını emretse de, mümin en hayırlı yolun elçinin gösterdiği yol olduğunu bilerek hareket eder. Bu içten ve teslimiyetli yaklaşım ise tamamen müminin imanından kaynaklanır.

Aksi bir durum, yani görünüşte bir itaat olup da, kalpte tam bir teslimiyetin bulunmaması ise, ayetlerde belirtildiğine göre o kişinin gerçekte iman etmemiş olduğunun bir kanıtıdır:

"Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. " (Nisa Suresi, 65)

Bir kişi islam'ın ve müminlerin gücünden çekindiği için görünürde itaatli bir tavır gösterebilir, söylenen şeyleri eksiksiz olarak yerine getirebilir. Ancak o kişi, kalbi tam anlamıyla tatmin bulmuş olarak itaat etmediği sürece gerçekten iman etmiş sayılmaz. Çünkü böyle bir davranış, o kişinin kalbinde Allah ve elçisi hakkında hala birtakım şüphe ve kuruntular bulunduğunu gösterir. içten ya da diğer bir deyimle "batıni" bir itaate sahip olmaması, yalnızca fiziksel bir teslimiyet gösteriyor olması, kişinin yaptığı işlerin de boşa gitmesine sebep olabilir. Görünüşte itaat etmiştir ama ahirette bunlardan dolayı karşılık görmeyebilir. Bu yüzden mümin, kendi dünyevi çıkarlarına ters düşse bile, Allah'ın elçisinden gelen bir hükmü içten bir sevinç ve neşe ile karşılamalı, imanının ve teslimiyetinin lezzetini kalbinde hissetmelidir. Hak olan bir şey karşısında üzülüp sıkıntıya düşmek, burkuntu duymak imanla bağdaşan tavırlar değildir.
ELÇİ ADALETLE HÜKMEDER
Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiç bir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.  (Mâide Suresi, 42)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\terazi.jpg 
Yüce Allah’ın ayette haber verdiği gibi elçi hükmederken adaletli davranır. Allah’ın ona verdiği görevi istismar etmez. Allah korkusu sebebiyle Allah’ın ona vermiş olduğu feraset, onun hükmederken en doğru olanı seçebilmesini sağlar. Fakat elçiye itaatin gerçekte Allah’a itaat olduğunu kavrayamayan kişiler elçinin adaletinden yana kuşkuya kapılırlar ve bundan dolayı itaatten yüz çevirirler. Allah bu tür kimseleri Kuran’da “zalim” olarak isimlendirmektedir.
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 48-50)
Kimileri de elçiye karşı kendi aklını beğenir. Yalnız bu tür insanlar için kriter çoğunlukla takva değil mal, servet gibi dünya hayatının geçici yararlarıdır. Bu insanlar bu davranışlarıyla Allah’ın hayırlı olanı seçmediğini düşünerek –Allah’ı tenzih ederiz- yalnızca elçiye karşı değil Allah’a karşı da akıllarını beğenmiş olurlar. Halbuki Allah “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)” ayetiyle, insanların hayırlı olana akıl erdiremeyebileceklerini bildirmiş, onları kaderi düşünmeye sevketmiş, aynı zamanda yanlış bir düşünceye kapılmamaları için bir hatırlatma yapmıştır. Bu durumla ilgili olarak Yüce Allah, Talut’u melik olarak seçtiğinde kavmin önde gelenlerinin verdiği tepkiyi Kuran’da şu şekilde haber vermektedir:
Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247) 
ELÇİNİN YOLU İSLAM DÜNYASI İÇİN NURDUR
"Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır."(Araf Suresi, 157)

Sonsuz rahmet sahibi olan Allah, Kuran ile insanlara doğruyu yanlıştan ayıracak, onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir yol göstermiştir. Tüm iman edenler için Kuran’ı okuyup anlamak ve eksiksiz olarak yaşamlarına geçirmek son derece önemli bir sorumluluktur ve her mümin bu konuda büyük bir titizlik gösterir. Müminlerin bu önemli görevi yerine getirebilmelerine vesile olan en büyük kolaylık ve rahmet ise Peygamber Efendimiz (sav)’in değerli sünnetleridir.

İslam dini Rabbimiz'in "...Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) ayetiyle de bildirdiği üzere "son hak din”dir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise, Allah'ın "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır" (Ahzap Suresi, 21) ayeti ile ahlakını tüm insanlara örnek gösterdiği mübarek bir insandır. 
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\peygamber.jpg
Yüce Allah'ın seçtiği ve kendisine Kuran'ı indirdiği Peygamberimiz (sav); imanı, takvası ve ilmi ile tüm insanlara örnektir. Sabrı, tevekkülü, cesareti, Allah'a bağlılığı ve yakınlığı, adaleti, müminlere olan merhameti, sevgisi ve şefkati, feraseti ve basireti ile üstün bir ahlaka sahiptir. Peygamberimiz (sav)'in derin imanının önemli alametlerinden olan bu özelliklerini, Allah'a gönülden itaat eden müminler örnek alırlar. Çünkü, Kuran ahlakını öğrenmek ve yaşamak isteyenler için Peygamberimiz (sav)'in uygulamaları ve sünnetleri çok değerli birer rehberdir.

Ayrıca Rabbimiz, müminlere, anlaşmazlığa düştükleri konularda kendilerine yol gösterici olarak, Kuran'ı ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerini almalarını emretmiştir. Yüce Allah'ın, Kuran-ı Kerim'de bu konu ile ilgili olarak bildirdiği ayet şöyledir:

"Hayır, öyle değil. Rabbine andolsun. Aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp, sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa Suresi, 65)

Gerçek sünnet, Kuran'ın hayata geçirilmesidir. Bu yüzden, Kuran'ın hayata geçirilmiş şekli olan Peygamberimiz (sav)'in sünneti konusunda, mümin erkek ve kadınlar için herhangi bir tevil getirme ve itaatsizlik etme hakkı yoktur. Yüce Allah başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır:

"Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir kadın ve mümin bir erkek için, o işte, kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır." (Ahzab Suresi, 36)

PEYGAMBERİMİZ (SAV)'E DUYDUĞUMUZ SEVGİ 
Hüküm ve hikmet sahibi olan Rabbimiz, yeryüzündeki elçisine duyulan sevginin Kendisi'ne duyulan sevgiye de bir ölçü olacağını "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran Suresi, 31) ayetiyle bildirmiştir. Bu yüzden, Allah'a itaatin göstergelerinden birisi, Resulullah (sav)'in sünnetine uymaktır. Hiçbir mümin Resulullah (sav)'e itaati terk edemez. Peygamber Efendimiz (sav) sünnete uyanları şu şekilde müjdelemektedirler:

"Kim, sünnetimi ihya ederse, beni ihya etmiş olur. Kim beni ihya ederse cennette benimle beraberdir." (Tirmizi)

Allah'ın Kuran-ı Kerim'de "…Sen büyük bir ahlak üzerindesin" (Kalem Suresi, 4) ayetiyle övdüğü Resulullah (sav)'in söz ve davranışları, insanlar için en iyi örneği teşkil etmektedir. İnsanlık, Hz. Ayşe'nin "Onun ahlakı Kuran'dan ibarettir" dediği Resulullah (sav)'i örnek almadığı takdirde, güzel ahlaktan uzak kalacağı gibi, dünya ve ahiret saadetini de elde edemeyecektir.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\elçi.jpg

Allah'ın "…ancak O, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab Suresi, 40) ayetiyle bildirdiği gibi, insanlar için son peygamber olarak gönderdiği, en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah'a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz (sav), müminlerin velisidir. Allah, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine 'oldukça ağır' bir söz (vahy) bırakacağız" (Müzzemmil Suresi, 5) ayetiyle haber verdiği üzere son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'e önemli bir sorumluluk vermiştir. Peygamberimiz (sav) ise, Allah'a olan güçlü imanı ile Allah'ın kendisine verdiği sorumluluğu en güzeliyle yerine getirmiş, insanları Allah'ın yoluna, hidayete davet etmiş ve tüm inananların yol göstericisi ve aydınlatıcısı olmuştur. 
ELÇİYE İSYAN EDENLER
Elçiye itaat etmeyen insanlar enaniyetleri sebebiyle elçinin aklını küçümser, onun fikirlerini hafife alır, hatta iyice ileri giderek onunla alay ederler. Onu düşük akıllı, deli olarak nitelendirirler. En sonunda elçi ve beraberindeki müminlerle yollarını ayırırlar. Kuran’da “münafık” olarak isimlendirilen bu insanların geriye kalan dünya hayatlarında ve ahirette nasıl bir duruma düşeceği Kuran’da şu şekilde haber verilmektedir:
Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Bir başka Kuran ayetinde Allah’a ve elçisine isyan edenin durumu şu şekilde haber verilir:
Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azab vardır. (Nisa Suresi, 14)
Bu tür insanların ise kızgınca yanan cehennem alevi içinde azap çekerlerken sarfettikleri pişmanlık dolu sözler Ahzab suresinde şu şekilde haber verilmektedir:
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resûl'e itaat etseydik." (Ahzâb Suresi, 66)
Allah rızası için yapılan salih davranışlar yalnızca itaat edilerek yapılıyorsa bereket kazanır ve Allah katında değer bulurlar. Bunun aksi durumda yapılan salih davranışlar Allah katında geçersiz olacaktır. Bunu Allah Kuran’da şu şekilde bildirir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın. (Muhammed Suresi, 33)

EMİR SAHİPLERİNE İTAAT
Kuran’da Allah ve elçisine itaatin yanısıra Emir Sahiplerine de itaatten bahsedilir. Emir sahipleri elçinin bazı konularda ehil olarak gördüğü ve o konuyla ilgili sorumluluk verdiği kişilerdir. Elçi bu sorumluluğu yine Yüce Allah’ın ona ilham ettiği feraset sayesinde verir. Emir sahiplerine itaat de Allah’a ve elçisine olduğu kadar önemlidir. Nisa suresinin 59. Ayetinde Allah, emir sahiplerine itaat etmenin önemini, Kendisine ve elçisine itaat ifadeleriyle birlikte kullanarak çok açık bir şekilde vurgulamıştır:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Ayetten de anlaşılacağı gibi Allah müminlere, kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda karmaşaya sürüklememeleri ve konuyu hayırlı bir sonuçla sonlandırmaları için elçiye başvurmalarını emretmiştir. Müminlerin bu gibi durumlarda elçiye itaat etmemeleri ve konuyu kendi aralarında çözmeye çalışıp çekişmeleri durumunda nasıl bir durum içine düşecekleri Kuran’da şu şekilde haber verilir:
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.  (Enfal Suresi, 46)
Ayetlerden elçinin ve emir sahiplerinin önemi ve bir sorunla karşılaşıldığında doğru olanın Kuran ahlakının korunması olduğu da anlaşılmaktadır. Elçinin ve emir sahiplerinin diğer müminlerden daha üstün bir kavrayışa sahip oldukları bir başka ayette şu şekilde haber verilmektedir:
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler,' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)
Ayetin sonundaki “şeytana uymuştunuz” ifadesinden anlaşılacağı gibi itaat, kişinin kendini düzeltebilmesi ve doğruyu bulabilmesi için Allah’ın müminlere bahşettiği bir nimettir.
ANNE BABAYA İTAAT
Bazı toplumlarda aile yapısı, inançlı bir temele dayansa da, kimi zaman, bazı ailelerde Kuran ahlakını yaşamak isteyen aile bireylerine karşı olumsuz tepkiler oluştuğu gözlenmektedir. Bazı aileler çocuklarının dini konulara karşı en ufak bir eğilimine bile şiddetli tepkiler verebilmektedirler. İşin en ilginç yanı da, çocuklarını dinden uzak tutabilmek için dinin bazı hükümlerini çarpıtma yoluna gitmeleridir. Din ahlakını yaşamaya karar veren çocuklarını cahiliyeye geri çekebilmek için, "anne babaya karşı gelmek, onları üzmek dinimizde en büyük günahtır", "anne-baba hakkı herşeyin üzerindedir", "sana hakkımı helal etmem", gibi hatalı yaklaşımlar sergileyebilmektedirler. Bu tip gerekçelerle yapılan psikolojik baskılar, henüz İslam hakkında yeterli bilgisi olmayan bir kişide ister istemez hatalı bir davranış yaptığı hissini uyandırabilir.

Oysa her konuda olduğu gibi, bu konuda da iman eden bir kimse için yapılacak en doğru hareket Kuran'a başvurmaktır. Kuran ahlakında anne-babaya karşı takınılacak tavır ise son derece açıktır. Öncelikle Kuran'da anne-babaya karşı iyi ve güzel davranmak tavsiye edilir:
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik... (Ankebut Suresi, 8)
C:\Users\kişi\Desktop\yasli_anne_baba87.jpg 
Ancak bu ifade, anne-babanın her isteğini kayıtsız şartsız yerine getirme, her konuda onlara boyun eğme anlamına gelmez. Ayette belirtilen, anne-babaya karşı saygılı, ölçülü, anlayışlı, tatlı dilli bir tavır takınılması; üzücü, incitici, kalp kırıcı söz ve davranışlardan kaçınılmasıdır. Fakat bu, dini konularda,    Allah'ın emir ve yasaklarını içeren konularda taviz vermeye varan bir saygı şekli değildir. Aynı ayetin devamında bu saygı ve anlayışın sınırları şöyle bildirilmiştir:
... Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)
Görüldüğü gibi anne ve babaya itaatin sınırları Allah'a itaat noktasında sona ermektedir. Anne-babanın, "Allah'ın emirlerini ve yasaklarını değil, benim isteklerimi yerine getirmelisin" tarzındaki bir isteğini kabullenmek, onları Allah'a ortak koşmak anlamına gelebilir. Kuşkusuz bir mümin için böylesi bir itaat, asla söz konusu olamaz.

Ancak Allah inananları, anne ve babaları inançsız da olsalar, din konusunda onlara itaat etmemekle birlikte, dünyevi konularda iyi ve güzel davranmaya, onları hoş tutmaya teşvik etmektedir:
Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır. Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban), hakkında bir bilgin olmayan şeyi Bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma'ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve Bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 14-15)
Dikkat edilirse anne-babayla ilgili ayetlerde, Allah'a ortak koşulmaması, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi özellikle vurgulanmaktadır. Ve üstteki ayetten açıkça anlaşıldığı gibi, itaat edilecek kişi, cahiliyeye çağıran anne-baba değil, "gönülden-katıksız olarak Allah'a yönelen" kişidir.

Kuran'ı incelersek, inananların bir bölümünün aileleriyle ya da yakın akrabalarıyla imtihan edildiklerini görürüz. Bunların arasında peygamberler de vardır. Örneğin Hz. İbrahim, kendisini cahiliyeye çağıran, hatta onu bu konuda tehdit eden babasına karşı Kuran'da bildirilen "itaat etmeme, ama iyi geçinme" yöntemini uygulamıştır:
Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğruyu söyleyen bir peygamberdi.
Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?
"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır."
"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun."
(Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git."
(İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. (Meryem Suresi, 41-47)
Bunun yanı sıra, Hz. Lut ve Hz. Nuh'un eşleri de inkarcı olmuş ve bu nedenle de Allah aralarını ayırmış, inkarcı eşlerini azaplandırmıştır. Hz. Nuh'un oğlu da inkarcıdır ve bundan dolayı Allah Hz. Nuh'a "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır)..." (Hud Suresi, 46) uyarısında bulunmuştur.

Peygamberimiz (sav) de İslam'ı yayma vazifesini yerine getirirken yakın akrabalarından düşmanlık derecesinde tepkiler almıştır. Öz amcası olan Ebu Leheb, büyük bir kin ve nefretle Peygamberimiz (sav) aleyhinde propaganda yapmış, onun önüne türlü engel ve zorluklar çıkartmıştır. Öyle ki Ebu Leheb'i lanetleyen özel bir sure indirilmiştir. İslamiyetin ilk yayılma dönemlerinde birçok Müslüman da aynı Peygamberimiz (sav) gibi aileleri tarafından çok çeşitli tepki ve eziyetler görmüş, fakat buna rağmen dinlerinden taviz vermemişlerdir. Onların bu kararlılık ve samimiyetlerinden etkilenen birçok anne-baba da, daha sonra İslamiyeti benimsemişlerdir.

Müminlerin bu konuda son derece kararlı davranmalarının nedeni, Kuran'da akılcılığın teşvik edilmesinden kaynaklanır. Kuran'da hiçbir konuda duygusal bir yaklaşım tavsiye edilmez. İslam dini akla dayalı bir din olduğu için duygusal, romantik bir ruh hali, dinin yaşanmasını oldukça güçleştirir. Müslüman, son derece içli, ince ruhlu, hassas bir insandır, ama Allah'ın dininin gerekleri, İslam'ın menfaatleri söz konusu olduğunda en ufak bir duygusallığa kapılmaz ve Kuran ayetlerini uygulama konusunda taviz vermez. Ölçüsü Allah'ın rızasının en çoğunu gözetmek olduğu için hiçbir konu, hiçbir kişi, hiçbir şey hakkında saplantısı ve önyargısı yoktur. Gerçek iman ancak böyle bir ruh haliyle elde edilebilir. Duygusallığın özünde yatan, sevginin yanlış yönlendirilmesidir. Gerçek bir mümin sevgisini ancak Allah'a ve O'nun rızasının olduğu kişilere yöneltir. Bunun dışında, yani Allah rızası dışında beslenen bir sevgi Kuran'da "put edinme" ya da "şirk (ortak) koşma" adı verilen durumu oluşturur. Kuran'da Hz. İbrahim'in ağzından bu durum şöyle açıklanır:
(İbrahim) Dedi ki: "Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur." (Ankebut Suresi, 25)

C:\Users\kişi\Desktop\hz_ibrahim_2.jpg

Allah'a ve dine karşı düşmanca tavırlar sergileyen bir kimseye sevgi beslemek de ayette tarif edilen bu konuma girer. İsterse söz konusu kimse insanın ailesi, annesi, babası, çocuğu, kardeşi, karısı, kocası ya da herhangi bir yakını olsun, farketmez. Kuran'da bu konuya açıklık getirilmiştir:
Ey iman edenler, eğer imana karşı inkârı sevip-tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir. De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 23-24)
Kuran'da, Allah'ın emirlerini yerine getirebilmek için evlerinden, ailelerinden ayrılmak zorunda kalan müminlerden bahsedilir. Bunlardan biri Hz. Meryem'dir. Hz. Meryem'in genç ve korumasız olması, yalnızca Allah'a güvenip sığınarak, O'nun rızasını kazanmak amacıyla tek başına ailesinin ve kavminin yanından ayrılmasına engel olmamıştı. Kuran'da, Hz. Meryem'den söz edilirken şöyle denir: 
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. (Meryem Suresi, 16)
Kuran'daki bir diğer örnek de Kehf kıssasında bahsi geçen gençlerdir. Bunlar, kavimleri Allah'a isyan ettikleri için onlardan ayrılmış ve bir mağaraya sığınmışlardı:
"Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?" 
(İçlerinden biri demişti ki:)"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın." (Kehf Suresi, 15-16)
Kısacası, cahiliye toplumunun içinden çıkıp gelen insanın ailesi de Kuran ahlakına sahip değilse ve çocuklarını Allah'ın rızasından alıkoymaya çalışıyorsa, bu durumda onlara güzellikle doğruları anlatmak gerekir. Eğer bu anlatım fayda etmezse, onlara karşı takınılacak tavır, Kuran'da tavsiye edilen şekilde olmalıdır.
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif

İTAAT VE İMAN
Allah’a itaat etmenin ne derece önemli olduğunun bilincinde olan bir mümin, bu konuda son derece titiz olur. Asla gevşeklik göstermez, emri ertelemez, nefsine göre emir üzerinde alternatifler üretmez, emir konusunda çekişmez ve tüm samimiyetiyle, verilen emre kusursuz bir şekilde itaat edebilmek için elinden gelenin en iyisini en hızlı şekilde yapmaya çalışır:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından korunursa; işte onlar, felah bulanlardır. (Teğâbün Suresi, 16)
Ayette de görüldüğü gibi insan güç yetirebildiği kadar Allah’tan korkmalı ve itaat etmelidir. Yüce Allah Kuran’da,  itaatten yüz çevirenlerin aslında iman etmediklerini haber vermektedir:
Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler. (Nur Suresi, 47)
Yüce Allah müminlere itaatin önemini birçok ayetiyle hatırlatmıştır. Örneğin elçinin verdiği emir hakkında çekişmenin doğurduğu sonuçlar Kuran’da şu şekilde haber verilir:
Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları kırıp-geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır. (Âli İmran Suresi, 152)
Görüldüğü gibi kişinin itaat etmedeki titizliği, imanı ile doğru orantılıdır. Konuyla ilgili başka bir ayet şu şekildedir:
Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
Yukarıdaki ayette olduğu gibi Nisa Suresinin 34. ayetinde de “gönülden itaat edenler” ifadesi kullanılmıştır. Bu ifadenin özü düşünüldüğünde, itaatin sadece söyleneni yapmak olmadığı ve altında derin anlamların olduğu da anlaşılmaktadır.
SADAKATİN EN AÇIK GÖSTERGESİ: İTAAT
Kuran'da, insan modelleri çeşitli şekillerde, pek çok detay verilerek tarif edilir. Müminler ve inkarcılar arasındaki bu büyük farklardan biri de sadakat konusundadır. İnkarcılar asla gerçek bir sadakate sahip olamazlar: Kıstas olarak yalnızca kendi çıkarlarını seçtikleri için, bu çıkarlar uğruna kolaylıkla sevdiklerini söyledikleri insanları (dostlarını, yakınlarını) aldatabilirler. Doğru olduğunu bildikleri bir yoldan  kolaylıkla geri dönebilirler.
Oysa müminler tamamen farklıdırlar. Onların kıstası kendi küçük çıkarları değil, Allah rızasıdır. Tüm tavırlarını Allah'ın istediği şekilde düzenlerler. Bu nedenle de sevdiklerini (yani diğer müminleri) basit hesaplar uğruna yüzüstü bırakmaları ya da bir zorluk nedeniyle doğru bildikleri yoldan dönmeleri söz konusu değildir. Müminlere ve özellikle de peygambere ya da lider konumundaki mümine karşı büyük bir sadakatle bağlıdırlar. Allah müminlerin sadakatini şöyle tarif eder:
Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. (Ahzab Suresi, 23)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\sevgi.jpg 
Sadakat müminleri birarada tutar. Kararlılığın önemli bir göstergesi olan bu özellik, gevşek yapının oluşmasına engel teşkil eden mümin özelliklerinden biridir. Sadakatte gösterilecek ufak bir gevşeklik, kişinin kendisine olan saygısını kaybettirir. Kendisine saygısını kaybeden bir kişi ise gittikçe daha da kötü bir duruma doğru ilerler. Bu durumdaki bir kişi, zincirleme bir şekilde müşrik, münafık ve dinsizlik boyutlarına inebilir. Çünkü yapılan bir sadakatsizlik ardından çok büyük sonuçlar doğurmaktadır. Sadakatsizlik yapan bir kişi, ilk önce bu hareketini müminlerden gizli tutmaya çalışarak sahtekarlık boyutuna girer. Birbirini izleyen yalanlarla müminleri aldatmak için uğraşmaya başlar. Bu durumu yeni yalanlar takip eder ve kişi müminleri aldatabildiği hissine kapılarak farklı bir yaşam tarzını benimsemeye başlar. Bu yaşam tarzı olabildiğince müminlerden kopuk, onlara sevgi duymayan sadece müminlerden faydalanabilmeye dayanan bir yaşam tarzıdır. Bu, kişinin Allah rızasını değil insanların rızasını alabildiğince gözettiği ve onlar karşısındaki itibarını kendi aklınca kurtarabilmek gayesiyle yalanlara sığındığı zavallılık durumudur. Bu zavallılık durumunun ardından müminler tarafından farkedilip yalanları teker teker ortaya çıkmaya başlayan kişi, münafıklık noktasına doğru adım adım ilerler. Sadakatsizliğine mazeretlerle çıkış noktaları bulmaya çalışarak kendini temize çıkarmaya uğraşır. Kendini temize çıkarma uğraşı müminlerden ayrılıp müşrik, münafık ve dinsizlerle ittifaka gidebilme noktasına kadar kişiyi götürür.
Burada sıraladığımız unsurlar küçük zannedilen sadakatsizliklerin nasıl büyüyerek kişiyi müminlikten dinsizliğe sürüklediğini göstermek açısından çarpıcı niteliktedir. Sadık müminler ise sadakatlerini ölünceye dek sürdürerek kararlılıklarını ve itaatlerini gösterirler. Çünkü müminlerin bu sadakati gerçekte Allah'a karşı olan sadakatleridir. Sadakatsizlik yapan kişi bu hareketini müminlere karşı değil Allah'a karşı yapar. Sadakat ve itaat yalnızca Allah'adır. Kuran'da bu mantık açıkça ortaya konmaktadır:
Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
Sadakat, bir müminin en hassas olması gereken konulardan biridir. Kuran'da, peygamberle birlikte mücadeleden kaçmaya yeltenen münafıklardan söz edilirken, onların daha önceden sadakat göstereceklerine dair yemin etmiş oldukları söylenir ve bu yeminin ağır bir sorumluluk olduğu bildirilir:
Oysa andolsun, daha önce "arkalarını dönüp kaçmayacaklarına" dair Allah'a söz vermişlerdi; Allah'a verilen söz (ahid) ise, (ağır bir) sorumluluktur. (Ahzab Suresi, 15)
Kuşkusuz sadakatin en açık göstergesi itaattir. Allah'a verilen sadakat sözü, ağır bir sorumluluktur. Bu nedenle de Allah müminlere şöyle emreder:
Allah'ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır. (Nahl Suresi, 95)
MÜMİNLER İTAATLERİNİ HER DURUMDA KORURLAR

Küçük bir takım zorluklara göğüs gererek yapılan itaat, belki iman etmeyen insanlar tarafından da zaman zaman gösterilebilir. Oysa zorluk ve sıkıntıya rağmen kayıtsız-şartsız ortaya konan itaat, müminlere has bir özelliktir. İtaatin her türlü şartta, her türlü zorlukta kayıtsız-şartsız uygulanması gerekir. Kuran'da peygamber dönemindeki münafıkların Allah yolunda girişilecek mücadeleyi zor görerek geride kaldıkları bildirilir. Ancak eğer "yakın bir yarar ve orta bir sefer" olsa, geleceklerdir:
Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz; bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı; onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 41-42) 
Müminin sahip olduğu en önemli özelliklerden biri, itaatini her durumda korumasıdır. Kuran'da, bu konuda gerçek müminlerle ikiyüzlüler (münafıklar) arasındaki fark şöyle bildirilmektedir: 
Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler.
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir.
Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.
Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.
Yeminlerinin olanca gücüyle Allah'a and içtiler; eğer sen onlara emredersen (savaşa) çıkacaklar diye. De ki: "And içmeyin, bu bilinen (örf üzere) bir itaattir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."
De ki: "Allah'a itaat edin, Resul'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur Suresi, 47-54)
C:\Users\kişi\Desktop\BI_talut_2001.jpg

Allah'ın Kuran'da haberini bildirdiği Talut ve ordusu ile ilgili olay da, müminlerin samimi itaatlerinin ve itaatin hikmetinin önemini gösteren hatırlatmalardan bir diğeridir. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah'ın elçisi olan Talut, ordusu ile birlikte düşman ordusuna doğru yol alırken, ordusundakileri uyarmış ve ileride karşılaşacakları ırmaktan su içmemelerini söylemiştir. Konu ile ilgili ayet şöyledir.

Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)

Ayette de görüldüğü gibi, Talut'un emrine uymayanlar güçsüz kalmışlardır. Talut'a uyanlar ise güç kazanmışlar ve Allah'ın izniyle sayıları çok az kalmasına rağmen galip gelmişlerdir. Bunlar Allah'ın Kuran'da bildirdiği sırlardır. İnsanların sandığı gibi güç, zafer ve üstünlük, maddi imkanlarda, sayıca üstünlükte, mevki-makamda ya da fiziksel özelliklerde değildir. Kim Allah'ın sınırlarına uyar, Allah'a ve elçisine itaat ederse, Allah o insanı tüm insanların üzerinde güçlü kılar, o insanı akıl, sağlık, güzellik, rızık, zenginlik gibi sayısız nimetle ödüllendirir. Onlar için ahirette ise çok daha güzel ve ihtişamlı sonsuz bir hayat hazırlanmıştır. 
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif

İTAATİN KAZANDIRDIKLARI
İTAAT SONSUZ KURTULUŞA KAVUŞTURUR
İtaat, insanın Allah'a iman ettiğinin ve O'na kul olmayı kabul ettiğinin en açık göstergesidir. İnsanı ebedi kurtuluşa, ihtişamlı sonsuz bir hayata kavuşturacak olan da ancak itaattir.

“Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Nisa Suresi, 13)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\manzara26.jpg 
İtaat, pek çok Kuran ayetinde emredilen son derece önemli bir ibadettir. Ayetlerin bildirdiğine göre itaat, hem Allah'tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkarcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır: 
Allah'a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız. (Al-i İmran Suresi, 132)
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
DİN AHLAKI İTAAT ÖZELLİĞİ KAZANDIRIR
Bilindiği gibi bir toplumda huzur ve sükunet, o toplumdaki insanların devlete ve onun tüm birimlerine gösterdikleri itaat, saygı ve güvenle sağlanabilir. Kuran'da ise "itaat" makbul bir ahlak özelliği olarak teşvik edilmektedir. Allah Müslümanlara pek çok ayetiyle itaati emretmektedir. Dolayısıyla Kuran ahlakına göre yaşayan insanların oluşturduğu bir toplum aynı zamanda, devlete itaatin ve saygının en yüksek derecede yaşandığı bir ortam olur.

Din ahlakı, aynı zamanda insanları her türlü anarşi ve terör eyleminden de uzak tutar. Çünkü Allah Kuran'da insanları "bozgunculuktan" menetmiştir. Bu konuyla ilgili pek çok ayet vardır:

"…Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. " (Bakara Suresi, 60)

"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın..." (Araf Suresi, 56)

Din ahlakını gereği gibi kavrayan ve yaşayan bir insan, Allah'ın yukarıdaki ayetlerindeki emri gereği yeryüzünde karışıklık çıkarmaktan, sıkıntılı, karmaşa dolu ortamlar meydana getirmekten şiddetle kaçınır. Kuran ahlakına uygun, huzur ve sükunet dolu, itidalli, hoşgörülü, her zaman sorunları çözme arayışı içinde olan, olayları tırmandırmayan, aksine her zaman uzlaştırıcı bir tutum sergiler. Yine yukarıdaki Kuran ayetlerinde anlatılan gerçek dindar modeli toplumda yaygınlaşırsa, toplumsal hayat da son derece barış ve esenlik dolu olur. İnsanlar devlete duydukları güven ve saygıyı, onun ayakta tutulması için ortaya koydukları çaba ile gösterirler. Bu ahlaktaki insanların varlığı sayesinde toplumdan anarşi, terör, kargaşa ve düşmanlık giderilir. İnsanlar arasında kavgalar ve tartışmalar tamamen kalkar. İnsanlar sokaklara rahatça çıkabilir, gece-gündüz güven içinde her yerde dolaşabilirler. 
DİN AHLAKI TOPLUMSAL YAŞANTIYI NASIL DEĞİŞTİRİR? 

Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların isyancı kişiliklere büründükleri, anarşist eylemlerde bulundukları, devlete karşı cephe aldıkları bilinen bir gerçektir. Özellikle de milli ve manevi değerlerin korunması gerektiği durumlarda, Allah korkusu olmayan insanların umursuz davranacakları kesindir. Milli ve manevi çıkarlarla kendi çıkarları arasında bir kıyas yapmaları gerektiğinde din ahlakından uzak insanların kolaylıkla nefislerini tercih edecekleri açıktır. Bu, gerektiğinde vatana ve millete hizmet etmekten, onun uğrunda mücadele etmekten kaçınmaya, hatta bölücü faaliyetlerde bulunmaya kadar geniş bir yelpazede düşünülebilir. 
C:\Users\kişi\Desktop\kizz.jpg
Oysa din ahlakını yaşayan insanlar için devlet ve millet kavramları çok büyük değere sahiptir. Gerektiğinde devleti için kişi canını tehlikeye atar, devletinin, milletinin çıkarlarını şahsi menfaatlerinden üstün görür. Milli ve manevi değerlerini canla başla korur.

Din ahlakının yaşandığı bir ortamda öğrenciler de devlete, millete karşı saygı ve sevgi dolu olurlar. Değil bu mukaddes kurumlara karşı mücadele vermek, tam tersine destek olup, yardım ederler. Devleti koruyan, savunan bu görevlilere karşı son derece hürmetkar ve yardımcı olurlar. Toplum genelinde devlete, orduya ve polise karşı tam bir güven ve sahip çıkma duygusu gelişir. Kimsenin anlaşamadığı, çekiştiği, savaştığı bir husus kalmaz. Herkes Allah'ın kitabına iman eder, onda bildirilen güzel ahlak anlayışını benimser, sonuçta da kimse birbiriyle ters düşmez. Sorunların çözümünde herkes kendisini karşısındakinin yerine koyar, merhamet eder, hoşgörüyle yaklaşır. Böylece her problem kısa sürede güzellikle hallolur.

Devlet böyle bir ortamda çok rahat yönetilir. Ülke çok daha güvenli ve müreffeh bir hale gelir. İdareciler de insanlara karşı çok adil, merhametli olurlar, her türlü adaletsizlik ortadan kalkar. Dolayısıyla kendileri de çok saygı görürler. Böyle devletler de çok güçlü ve sarsılmaz bir temele sahip olurlar.

Allah korkusu olmayan insanlar rahatça haksızlık, adaletsizlik yapabilmekte, cinayet işleyebilmekte, benzeri görülmemiş zulüm ve gaddarlıkları yapmaktan çekinmemektedirler. Üstelik vicdan azabı dahi duymadan, yaptıkları vahşetten pişman olmadıklarını söyleyebilmektedirler. Oysa Allah'a karşı sorumluluk hissiyle dolu olan bir kişi bu fiilleri asla işleyemez.

Din ahlakı yaşandığında bu saydığımız olumsuzlukların hiçbiri kalmaz. Herşey sükunetle, güzellikle, adaletle halledilir. Tüm bunlar, dinin insanlara kazandırdığı ahlak özelliklerinin, devletin bekası ve toplumun huzuru açısından son derece gerekli olduğunu göstermektedir. Din ahlakını yaşamayan bir insan modelinin oluşturacağı toplum yapısı, bencillik ve çatışma üzerine kurulu olacağı için, ister istemez devleti ayakta tutan değerleri de tahrip edecektir. Dinsizlik isyanı, çatışmayı, anarşiyi, nefreti, güvensizliği getirirken; din ahlakı, insanlara itaati, barışı, düzeni, sevgiyi ve güveni kazandırır.

İTAATİN DİN AHLAKINDAKİ ÖNEMİ


"Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." (Kehf Suresi, 70)

Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssası ile peygambere ve elçilere uymanın önemine bir kez daha dikkat çekilmektedir. Bu tabiyet esnasında, müminlerin titiz bir saygı göstermeye ehemmiyet vermeleri gerekmektedir. Bir ayette elçilere itaatin önemi şu şekilde bildirilmektedir:

Kim Resule itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\Kuran_5.jpg


Müminler, elçiye itaat ederken aslında Rabbimiz'e itaat ettiklerini bilmeli, elçilerin aldıkları her kararı, yaptıkları her işi hayır ve hikmet gözüyle değerlendirmeli ve onlara gönülden tabi olmalıdırlar.

Nitekim Hz. Musa ve Hz. Hızır kıssasındaki ayetlerde de tabi olunan kişinin gerekli gördüğü zaman yaptığı işlerin, aldığı kararların ve söylediği sözlerin hikmetini öğütle açıklayacağı bildirilmektedir. Örneğin Kehf Suresi'nin bu ayetinde, Hz. Hızır'ın "ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar" dediği haber verilerek, Hz. Musa'ya karşılaştığı olayların hikmetinin açıklanacağı bildirilmiştir.

Hz. Hızır ve Hz. Musa'nın yol boyunca yaşadıkları, ikisinin de kaderinde belirlenmiş ve Allah Katında yazılmıştır. Bunların hiçbir şekilde farklı yaşanması ihtimali yoktur. İkisinin ayrılma anı da, tıpkı birleşme anı ve birleşme yeri gibi, Allah Katında bellidir. Allah ikisinin de kaderlerinde bu anları sonsuz evvelde belirlemiştir.

C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif


İTAATTEN ALIKOYAN NEDENLER
İTAATTEN ÇIKMIŞ ŞEYTANIN TELKİNLERİ
Şeytan kendisini yoktan var eden ve sahip olduğu bütün özellikleri veren Allah'a karşı büyük bir nankörlük içindedir. Bu nankörlük ve kendini bilmezlik içinde başkaldırmış ve itaatten çıkmıştır. Kuran’da şeytanın bu durumu, Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; (Saffat Suresi, 7)ayetiyle haber verilir. İtaatten çıkmış şeytan gibi başkaldırmış ve nankör biri olmaktan korkan mümin, kayıtsız şartsız itaat içinde olur.
Şeytan insana din ahlakını yaşamanın, Allah'a ve Resul'üne itaat etmenin, insanın özgürlüğünü, bağımsızlığını kısıtlayıcı bir hayat tarzı olduğunu fısıldar. İman etmeyenlerin ne kadar özgür ve başlarına buyruk yaşadıklarını, dilerse kişinin kendisinin de öyle yaşayabileceğini telkin eder. Ancak bu, şeytanın yalnızca göz boyamaya yönelik, süslü bir telkinidir.

Çünkü Allah'ın emirlerine uymadan, yalnızca nefsinin istek ve arzuları doğrultusunda yaşayan bir kişi özgürlüğüne kavuşacağını zannederken, aslında tâbi olduğu din dışı sistemin kendisini uymaya mecbur kıldığı birçok zorlayıcı, kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarıyla zincirlenip gerçek özgürlüğünü kaybeder. Bunun yanı sıra özgürlük olarak isimlendirilen durum, imanın kazandırdığı şuur ve akıldan uzak olan, kişiyi dünyada son derece güvensiz bir ortamda bırakır ve her türlü tehlikeye açık hale getirir. Şeytanın özendirdiği sahte özgürlük yerini zamanla “sahipsizlik“, “başıboşluk ve yalnızlık“ hislerine bırakarak bu kimseyi bunalımın eşiğine getirir.

Oysa şeytanın fısıldadığının aksine gerçek özgürlük, ancak gerçek din ahlakı tam anlamıyla yaşandığı takdirde elde edilebilir. Hak din, toplumun ve insanların kişi üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, yönlendirici kurallarını, dahası kişinin kendi kendisine koyduğu kuralları, prensipleri, her türlü taassubu ve olumsuz telkini kırar, yok eder. Bu nedenle kişiye gerçek özgürlüğü kazandıracak tek vesile Rabbimiz'in bildirdiği din ahlakına uymaktır.
İTAATTEN ALIKOYAN NEFS

İnsan, kendisini "işittik ve itaat ettik" demekten alıkoymaya çalışan etkenlere karşı son derece dikkatli olmalıdır. Bunların en önemlisi, "heva", yani insanın bencil tutku ve istekleridir. Hevanın kaynağı ise insanın içindeki "nefs"dir. Nefs, Hz. Yusuf'un Kuran'da bildirilen ifadesiyle "... var gücüyle kötülüğü emredendir..." (Yusuf Suresi, 53). Ve madem nefs insana "var gücüyle kötülüğü emretmekte"dir, o halde insan da nefsin kendisine vereceği emirlere karşı son derece uyanık olmalıdır.

Bu noktada dikkat etmek gerekmektedir: Kuşkusuz cahiliye toplumunun içinden çıkmış ve müminlerle yeni tanışan bir kişi, nefsinden kendisini "kötülüğe" yöneltecek pek çok emir alacaktır. Nefsi onu mümkün olduğunca kendi istek ve tutkularına uymaya yöneltecek ve dinden uzaklaştırmaya çalışacaktır. Müminlerin kendisine anlattığı ya da Kuran'dan okuduğu tüm doğrulara karşı nefsi ona birtakım kuruntu ve şüpheler vermeye çalışacaktır. Vicdanı ve aklı ona müminlerle birarada olmayı emrederken, nefsi onu cahiliye toplumuyla birlikte olmaya yöneltmeye uğraşacaktır.

Bu nedenle dini öğrenmeye çalışan ve müminlerle birlikte olan bir kişi, tavırlarını kontrol etmeli, isteklerini ölçmelidir: Acaba davranışlarının kaynağı nefsinin istekleri mi, yoksa Allah rızası ve vicdanı mıdır? Bu konu hakkında bazı temel ölçüler konabilir. Allah Kuran'da bize önemli bir ölçü vermektedir:
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme." (Kehf Suresi, 28)
Ayet, müminlere hangi davranışın Allah'ın rızasına uygun, hangi davranışın da nefis kaynaklı olduğu bildirilmektedir: "Sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte" olmak, Allah'ın rızasına uygun bir davranıştır. Buna karşılık, kalbi "Allah'ı zikretmekten gaflete düşmüş" ve "kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan" kimselere yönelmek, onların yaşam tarzına doğru kaymak, tamamen nefsani bir davranıştır, Allah'a karşı itaatsizliktir. Bu son derece önemli bir ölçüdür ve İslam ahlakıyla yeni tanışan bir kişinin en çok dikkat etmesi gereken konuların başında gelir. 
C:\Users\kişi\Desktop\villa5.jpg



Buna karşılık bu samimiyetten yoksun olan ya da nefslerinin telkinlerinin etkisinde kalan kimseler, müminlerle beraber olmak için böyle bir çaba göstermezler. Nefisleri onlara birtakım bahaneler buldurur ve müminlerle beraber olmaktan, bu bahaneler aracılığıyla alıkoymaya çalışır. Onlar da bu bahaneleri müminlere karşı öne sürerler. Kendi akıllarınca bu bahaneler sayesinde müminleri aldatabileceklerini sanmaktadırlar. Oysa öne sürdükleri bahaneler ne Allah Katında, ne de müminlerin gözünde geçerlidir.

NEFSİN ÖNE SÜRDÜĞÜ BAHANELER

Günlük hayat içinde söz konusu bahanelerin (gerçeklerden kaçma yöntemlerinin) pek çok örneğine rastlamak mümkündür. Bazı yaygın örnekleri şöyle sıralayabiliriz:

İbadetlerini yerine getirmeyi, dinin hükümlerini uygulamayı ve müminlerle birarada olmayı engellemek için nefsin en çok öne sürdüğü bahanelerin başında "ailevi sorunlar" gelir. Nefsinin sesine kulak veren ve Allah'a itaatte gevşek davranan kimseler, sık sık "ailemle ilgilenmekten zaman bulamıyorum" ya da "ailem izin vermediği için dinin hükümlerini uygulayamıyorum" gibi sözde mazeretler öne sürerler. Oysa bunların hiçbiri Allah Katında geçerli olmayabilir. İnsanın elbette ailesiyle ilgili işleri olabilir, ailesine zaman ayırması gerekir. Ancak bu, kesinlikle Kuran'ın emirlerini uygulamaya zaman bulamamak gibi bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla bu samimi bir mazeret değildir.

Belki söz konusu kişi "ailevi sorunlar" mazeretini öne sürerek kendini aldatmaktadır, ancak Allah'ı ve müminleri aldatamaz. Nitekim Kuran'da da bu konuya dikkat çekilmekte ve "ailevi sorunlar" mazeretinin geçerli olmadığı bildirilmektedir. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah yolunda mücadeleden geri kalanlar Peygambere gelerek "bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti" gibi bir mazeret öne sürmüşler, ancak Allah haklarında "... onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar..." hükmünü indirmiştir. (Fetih Suresi, 11) Yine bir başka ayette ise Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan bir savaş anında ailelerinin "açıkta" olduğunu öne sürerek kaçmaya çalışılanlar şöyle anlatılır:
"... Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı." (Ahzab Suresi, 13)
Nefsin öne sürdüğü bahanelerin bir başkası ise "iş" ya da "okul" sorunlarının, dinin hükümlerini uygulamaya engel olduğu şeklindedir. Sözde "iş" ya da "okul" o kadar zaman almaktadır ki, namaz kılmaya, oruç tutmaya, insanlara iyiliği emretmeye, güzel ahlak göstermeye, müminlerle beraber olmaya imkan kalmamaktadır.

Aslında bu mazereti öne süren kimsenin düşünce yapısında büyük bir çarpıklık vardır. Söz konusu kişi, işinin ya da okulunun hayatının en önemli konusu olduğunu düşünmekte, bunlardan arta kalan zamanları dine ayırmayı tercih etmektedir. Oysa bir mümin için böyle bir "ayırım" söz konusu olamaz. "De ki: 'Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) ayeti gereğince, bir müminin tüm yaşamı Allah rızasına göredir; yaşamın bir bölümünü dine, bir bölümünü "dünya işlerine" ayırmak ise Allah'a ortak koşmaktır. Dolayısıyla bir mümin işiyle de okuluyla da Allah rızası için ilgilenir. İşinden kazanacaklarını Allah rızasına göre harcayacak, okulda öğreneceklerini yine Allah'ın dinine hizmet için kullanacaktır. Ve böyle bir durumda da -dinin bir hükmünü uygulamak, ötekini uygulamaya engel olamayacağı için- "iş ya da okul yüzünden dini yaşamaya zaman bulamamak" söz konusu olamaz.

Aksi halde "gelecek endişesi"nden kaynaklanan birtakım dünyevi çıkarlar gözetilmesi ve bunların da dinden üstün tutulması gibi bir durum ortaya çıkmış olur. Bu ise, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi "dünya hayatı"nın Allah'ın rızasına ve ahirete tercih edilmesidir. Oysa dünya hayatı, Allah rızası ve ahiretin yanında son derece değersizdir:
Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? (Enam Suresi, 32)
Buna rağmen bencil istek ve tutkularına esir olarak dünya hayatına saplananların hükmü şudur: 
Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur. (Hud Suresi, 15-16)
Nefsin insanı Kuran ahlakını yaşamaktan alıkoymak için öne sürdüğü bahanelerden biri de "çevre baskısı"dır. Bu nedenle bazı kimseler "Kuran ahlakını yaşarsam, yakın çevremden tepki görür, dışlanırım" endişesine kapılırlar.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Allah'ın dinine uymaya ve Allah'tan başka bir yol gösterici tanımamaya karar veren bir insan, bazı sıkıntıları da göze almalıdır. İman ettiğinde, yakın çevresi kendisine tepki gösterebilir; buna şaşırmamalıdır. Hatta, belki bu tepkiyle karşılaşmaması şaşırtıcı bir durum olarak görülebilir. Çünkü dine yeni yönelen bir insan, "cahiliye toplumu"nun içinden gelmektedir. Dolayısıyla eski yakın çevresi de bu toplumun bir parçasıdır. Ve bu toplum yanlış yoldadır:
... Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler. (Yusuf Suresi, 40)
Bir başka ayette şöyle denir: 
... Allah, vaadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 6-7)
İnsanların çoğunun iman etmeyişi, üstteki ayette bildirildiği gibi, akletme ve kavrama yeteneklerinin düşük oluşundan kaynaklanır. Dünya hayatının yalnızca "dışta olan" (görünen/zahir) kısmını bilmekte, oysa "gizli" (batın) kısmını kavrayamamaktadırlar. Ahiretten ise tümüyle habersizdirler. Dolayısıyla "insanların çoğu"nun doğru yolda olmasını beklemek, büyük bir yanlış olur. Çoğunluk, "Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir." (Yusuf Suresi, 103) hükmüne göre, yanlış üzerinde gitmekte ısrar edecektir. Bu durumda bir müminin, çoğunluğun düşüncelerini kendisine kıstas olarak kabul etmesi mümkün değildir. Nitekim Kuran da bu konuya dikkat çekilmektedir: : 
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar."... (Enam Suresi, 116)
İşte "kendisine uyulmaması gereken" yeryüzündeki bu büyük çoğunluğa, insanın cahiliye toplumundaki yakın çevresi de dahildir. Bir insan iman edip, Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlere göre yaşamaya başladığında, bu büyük çoğunluğa ve eski yakın çevresine ters düşecektir. Ancak müminin önemli bir özelliği vardır: Asla ve asla bu çoğunluğa ve yakın çevresine ters düşmekten, onlar tarafından kınanmaktan, onların kendisine kötü gözle bakmasından çekinmez. Kuran'da müminlerin kimsenin kınamasından korkmadıkları özellikle vurgulanır:
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,'  Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)
Mümin Allah'ın rızasını (hoşnutluğunu) aramaktadır. İnsanların kendisinden razı olup olmaması onun için önem taşımaz. Zaten eğer Allah kendisinden razı olursa (ve gerekirse) onu insanların gözünde de yükseltecektir.

Dolayısıyla, "ailem beni meşgul ediyor", "okul veya işimden zaman bulamıyorum", "çevremden tepki alırım" gibi sözler, yalnızca birer bahanedir. Bu tür bahaneler öne sürerek müminlerle birarada bulunmaktan, ibadetlerini yerine getirmekten kaçınan bir insan, gerçekte samimi bir yaklaşım içinde değildir.

Bu durumda eğer kişi müminlerle beraber olmak, Allah'ı anmak ve ibadetlerini yerine getirmek için ciddi bir çaba göstermiyor, ancak buna karşın yine de müminlere "şirin" gözükmeye çalışıyorsa, bunun şöyle bir açıklaması olabilir: Bu kişi müminlerle birlikte olarak birtakım çıkarlar sağlama peşindedir. Müminlerin bazı imkanları ona çekici gelmiştir ve bu imkanlardan yararlanma düşüncesindedir.

Ancak müminler söz konusu kişinin gerçek niyetini çok iyi fark ederler. Eğer samimiyetsizliğini gördükleri halde yine de bu durumu karşıdaki kişiye hissettirmiyorlarsa, bunun nedeni belki daha sonra hatasını fark eder diye düşünmeleridir. Bunun tersi, yani samimiyetsiz kişinin müminlerin kandırması söz konusu değildir. Zaten bu tür kişilerin herkeste rastlanan bazı karakteristik özellikleri vardır.

Bu özelliklerin en belirgini Allah'ı anmaya isteksiz oluşlarıdır. Kuran'da inkarcılardan söz edilirken "Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar." (Zümer Suresi, 45) denilir. Müminlerle birtakım çıkarlar gözeterek birlikte olmaya çalışan kişilerin tavrı ise tam bu şekildedir. Bu tür kişiler Allah'ın anılmasından, O'nun hükümlerinin hatırlatılmasından rahatsızlık duyarlar. Buna karşılık kendi çıkarlarını tatmin edecek ortamlara karşı ise büyük bir istekle katılırlar.

Müminlerin son derece şefkatli ve merhametli bir tavrı vardır; kesinlikle katı yürekli davranmazlar. Ancak samimiyetsiz kişiler bunun anlamını ve amacını kavrayamazlar. Cahiliyede sürekli çekişme dolu ortamlara alışık oldukları için, müminlerin yumuşaklığını suistimal etmeye, onlara karşı büyüklük taslamaya kalkarlar. Aslında böylelikle yalnızca kendilerini küçük düşürürler. Nitekim müminler onların bu basit tavrına karşı gereken karşılığı verirler.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yalnız kdn.jpg

Bu durumda samimiyetsiz kişi, müminlerden bir çıkar elde etmesinin imkansız olduğunu kısa sürede anlar. Bu durumda bir an önce müminlerden uzaklaşmaya ve eski hayatına dönmeye can atar. Yeni bir bahaneyle de kısa süre içinde bunu gerçekleştirir ve zaten 'hiç ayrılmamış olduğu' cahiliye toplumuna geri döner. Bu tarz kişilerin ahiretteki konumları aşağıdaki ayette bildirilmiştir:
Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
Aslında bu tür samimiyetsiz bir kişinin müminlerden ayrılması, müminler için büyük bir rahmettir. Böylece Allah müminleri temizlemekte, onları Nur Suresi'nin 55. ayetinde "...Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar..." ifadesiyle tanımlanan mümin topluluğuna çevirmektedir. Allah, müminlerle ikiyüzlü inkarcıları birarada tutmaz, onları birbirinden ayırır. "Andolsun, Biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız)." (Muhammed Suresi, 31) hükmüne göre, gerçekten samimi şekilde iman edenleri Allah deneyecek ve ortaya çıkaracaktır. Buna karşın, samimiyetsiz ikiyüzlüler de belli olacaktır. Allah "temiz"i "pis"ten ayıracağını şöyle müjdeler:
Bu, Allah'ın murdar olanı (pis olanı) temizden ayırdetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir. İşte bunlar hüsrana uğrayanlardır. (Enfal Suresi, 37)
Oysa eğer insan samimi olursa, Allah onun kalbini İslam'a açacaktır. "İşittik ve itaat ettik" demek, bu tür bir insan için dünyanın en büyük lezzetidir. Kendisini yaratan, dosdoğru yola yönelten ve cennetine sokmayı vaat eden Allah'a itaat etmek, olabilecek en büyük huzur, en büyük mutluluk ve sevinç kaynağıdır. Kısacası, "Biz ona (insana) 'iki yol-iki amaç' gösterdik." (Beled Suresi, 10) ayetinde bildirildiği gibi, insanın önünde iki yol vardır: Allah'a itaate dayanan ve insana O'nun rızasını, rahmetini ve cennetini kazandıracak iman yolu ve Allah'a isyan edip bencil tutkuları (hevayı) ilah edinmeye dayanan ve dünyada horluk ve aşağılık, ahirette ise cehennemle sonuçlanabilecek isyan yolu.
Kuran'da bildirildiği gibi, "Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir." (Müzzemmil Suresi, 19)
ENANİYET İTAAT ETMEYE ENGELDİR

Enaniyet (kibir) şeytanın en önemli özelliklerinden biridir ve şeytan Allah'ın huzurundan da enaniyeti ve itaatsizliği yüzünden kovulmuştur. Şeytanın bu hastalığına yakalanan bir kimsenin de şeytan gibi aklı örtülür, şuuru kapanır ve Allah'ın dosdoğru yolundan uzaklaşır. Böylece Allah'ın sonsuz gücünü düşünüp kavraması, bu güç karşısında kendi küçüklüğünü, acizliğini anlaması ve Allah'a duyduğu saygı dolu korkunun artması imkansız hale gelir. Bu da kişinin Yüce Allah’ın bildirdiği din ahlakını değil isyan yolunu seçmesine neden olur.

“Hani sizden misak almış ve Tur'u üstünüze yükseltmiştik: "Size verdiğimize sımsıkı sarılın ve dinleyin". Demişlerdi ki: "Dinledik ve baş kaldırdık."...” (Bakara Suresi, 93)
Enaniyetle din ahlakının gereklerinin birarada yaşanamayacağı kesindir. Çünkü din ahlakının en önemli şartı yalnızca Allah'ın büyüklüğünü tanımak, yalnızca O'nu ilah edinmektir. Enaniyetli bir kimse ise kendini Allah'tan bağımsız müstakil bir varlık olarak görür ve hevasının emirlerini yerine getirir. Allah'ın kulu olduğunun şuuruna varamaz. Allah'ın kendisine vermiş olduğu özelliklerden ötürü büyüklenerek nefsini yüceltir. Kısaca kendi nefsini ilah edinir, onu Allah'a ortak koşar. Dolayısıyla enaniyetle din ahlakı değil, ancak şirk yaşanabilir.
C:\Users\kişi\Desktop\enaniyt.jpg 
Enaniyetli bir kimse, dediğimiz gibi, nefsini ilahlaştırmış olduğu için, Allah'tan başka ilah olmadığını bildiren hak dinle daha en temel noktada çatışmaktadır. Dolayısıyla din ahlakını yaşaması gibi bir durum söz konusu olamaz. Zaten biraz ileride bahsedeceğimiz özel bir kesim dışında, enaniyetli kimselerin genelde din ahlakını yaşama gibi bir talepleri de yoktur. Büyüklenenlerin din ahlakına karşı nasıl inatla direndikleri ve dinden kaçarcasına uzaklaştıkları birçok ayette bildirilir. "Çünkü onlara "Allah'tan başka ilah yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı. Ve derlerdi ki: "Biz ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz" (Saffat Suresi, 35-36) ayetinde de görüldüğü gibi içlerindeki büyüklenme isteği, Allah'ı ve elçilerini tanımalarını engeller. Hatta inkarcıların kibirleri bazen öyle dehşetli boyutlara varır ki, açıkça Allah'a düşmanlık gösterirler. Kuran'da boş bir büyüklenme içinde olan bu insanların Allah'ın anılmasına karşı olan tavırları şöyle bildirilmiştir:
... Sen Kuran'da sadece Rabbini bir ve tek '(ilah olarak) andığın zaman 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler." (İsra Suresi, 46)
Din ahlakının amacı insanın Rabbimizi tanıyıp takdir etmesi ve O'na yakınlaşması, O'nun rızasını kazanmasına vesile olacak ahlaki yapıyı kazanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında enaniyet zaten dinin amacına tamamen ters bir unsurdur. Çünkü enaniyet ve büyüklenme Allah'ın sevmediği, gazaplandığı bir özelliktir. Bunu ayetler şöyle belirtir:
İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)
Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (Nahl Suresi, 23)
Dolayısıyla hedefi Allah'ın rızası olan din ahlakını, Allah'ın razı olmadığı enaniyetten taviz vermeden yaşamaya çalışmak, anlamsız ve kendi içinde çelişkili bir davranış olacaktır.
Din ahlakı tevazu, teslimiyet, alçakgönüllülük, Allah'a karşı boyun eğicilik gerektirir. Enaniyetli bir kişide ise bu tür mümin özellikleri barınamaz. Bu yüzden böyle bir kişi gerçek anlamda iman edemez.
Tevazu ve alçakgönüllülüğün en büyük alametlerinden birisi de Allah'a ve elçisine itaattir. Tevazulu olmayan biri itaat edemeyeceği için din ahlakıyla enaniyetin birarada olamayacağı burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Enaniyetli kimseler bulundukları ortamda hiçbir otoriteyi tanımazlar. Her konuda en iyi düşünüp en doğru davrananın kendileri olduğunu sanırlar. Kendilerinden çok emin oldukları için daha iyi bir bilen olduğuna ihtimal bile vermezler.
Bilindiği gibi şeytanın gizli enaniyeti de itaat noktasında ortaya çıkmış ve büyüklenmesi sebebiyle itaatten kaçmış, kafirlerden olmuştur. Kuran'da itaat konusu üzerinde çok sık ve önemle durulur. Müminde nasıl bir itaat olması gerektiği bütün ayrıntılarıyla tarif edilir. İtaat, Kuran'a göre kalben ve fiilen yerine getirilmesi gereken çok hassas bir konudur. Elçinin verdiği karara fiilen boyun eğdiği halde kalben sıkıntı ve burkuntu duymak bile imansızlık göstergesi olarak belirtilmiştir:
Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
Kibirli insanların önemli bir alameti, daha önce de gördüğümüz gibi, Allah kendilerine elçi gönderdiğinde, onun elçiliğini kabul etmemeleri ve onunla mücadeleye girmeleridir. Çünkü güzel ahlak, akıl, takva gibi üstün özellikleri olan ve o topluluktaki herkese lider olarak gönderilen bu kişiye itaat etme fikri son derece ağırlarına gider. Oysa elçiye itaat edilmeyince Allah'a itaat edilmemiş olur. Allah'a itaatin olmadığı yerde din ahlakı da yoktur. Pek çok ayette Resule itaatin gerçekte Allah'a itaat etmek olduğu belirtilir. Örneğin bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Kim Resule itaat ederse gerçekte Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
Görüldüğü gibi itaat konusu, enaniyetli insanların din ahlakını yaşamalarına kesinlikle geçit vermeyen bir kale gibidir. Bu kalenin kapıları ancak tevazu, teslimiyet ve alçakgönüllülükle açılır. 
Tevazu saygıyı, enaniyet ise saygısızlığı ve alaycılığı doğurur. Saygı kibirli insanların ağrına gider, özellikle de elçiye karşı saygı göstermekte çok zorlanırlar. Onlar ancak alaycılıktan, saygısızlıktan, farklı olduklarını hissettirip böbürlenmekten zevk alırlar. Kibirli insanlar kendi kararlarını üstün gördükleri için peygamberlerin hükümlerine hayır gözüyle bakıp teslim olamazlar. Bu yüzden de din ahlakı içinde en çok zorlandıkları konu elçiye itaattir. Ancak Allah bu derin itaati din ahlakının belirgin şartları arasında saymış ve zalimler olarak nitelendirdiği itaatsiz münafıkların durumlarını da ayetleriyle açığa çıkarmıştır:
Aralarında hükmetmesi için onlar Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman onlardan bir grup yüz çevirir. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve Resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır, onlar zalim olanlardır. (Nur Suresi, 48-50)
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif

KURAN’DAN BAZI ÖRNEKLER


HZ. İBRAHİM’İN ALLAH’A İTAATİ

Kuran’da bize bildirilmiş birçok itaat örneği vardır. Bunların en önemlilerinden biri, gördüğü rüyaya binaen Allah’ın emrine itaat ederek oğlunu kurban etmek isteyen Hz.İbrahim’in kıssasıdır. Allah, Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail'in başından geçen bu denemeyi ayetlerde şu şekilde haber verir:

http://www.harunyahya.org/imani/hz_ibrahim_hz_lut/res/kabe1natgeo9dec02116copy.jpg
Biz de onu halim bir çocukla müjdeledik. Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." (Oğlu İsmail) Dedi ki: "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın." Sonunda ikisi de (Allah'ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail'i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: "Ey İbrahim" diye seslendik. "Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz." Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. (Saffat Suresi, 101-107)
Allah yukarıdaki ayetlerde Hz. İbrahim'i nasıl bir denemeden geçirdiğini bizlere aktarmaktadır. İslam alimleri de bu ayetleri genelde aynı şekilde tefsir ederler. Örneğin Elmalılı Hamdi Yazır, Kuran-ı Kerim tefsirinde, Hz. İbrahim'in rüyasında gördüklerinin bir vahiy olduğunu, bu vahyin yerine getirilmesinin ise bir emir olduğunu belirtmektedir. Ayetlerin devamını ise şu şekilde açıklamaktadır:
... Bunun üzerine onu zorla yapmaya kalkışmayıp, önce yerine getirilme şeklini istişare etmek üzere böyle görüşünü sorarak tebliğ etti ki, bununla ilk önce onun itaat ve boyun eğmekle ecir ve sevaba ermesini temin etmek istedi. Düşünmeli, bunu söylerken "Ey yavrucuğum!" diye hitap eden bir babanın kalbinde ne yüksek bir şefkat duygusu çarpıyor ve ona ne kadar büyük bir vazife aşkı, Allah sevgisi hakim bulunuyordu... İşte bunun böyle İlâhî bir emir olduğunu anlayan ve Allah'ın sabredenlerle beraber olduğunu bilen o yumuşak huylu oğul "Ey babacığım!" dedi, "Ne emrolunuyorsan yap. Beni inşaallah sabredenlerden bulacaksın."
Ömer Nasuhi Bilmen'in tefsirinde Hz. İbrahim ve oğlunun başından geçen bu deneme şu şekilde izah edilmektedir:
Hazret-i İbrahim de oğlu da Allah-u Teala'nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler ve İbrahim Aleyhisselam oğlunu (alnının bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyete bulundurdu... Onun rahmani bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya azmettin, sabrın, emri İlahi'ye itaatin tezahür etmiş oldu. Artık Hak Teala lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emir eylemiş, Hazreti İbrahim'i, öyle bir fedakarlıktan kurtarmıştır.

Ayetlerden ve tefsirlerden Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail'in Allah'a olan kalpten itaatleri, teslimiyetleri ve gönülden bağlılıkları açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu üstün ahlak tüm iman edenlere çok güzel bir örnek, eşsiz bir rehberdir. Bu nedenle tüm iman edenler onların yolunu izlemeli ve Allah'ın ayetlerini uygulamadaki titizlikleri, zorluk ya da sıkıntılar karşısındaki tavizsiz tavırları, sabırlı ve tevekküllü kişilikleriyle tanınmalıdırlar. Allah Saffat Suresi'nin devamında şu şekilde bildirir: 
Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mü'min olan kullarımızdandır. (Saffat Suresi, 108-111) 
HZ. MUSA'NIN ANNESİNİN İTAATİ 
Hz. Musa çok zor bir ortamda dünyaya geldi. Dünyaya geldiği anda dahi hayatı tehlikedeydi. Firavun tüm yeni doğan erkek çocukları öldürüyor, kız çocukları ise kölelik yapması için sağ bırakıyordu. İşte, Hz. Musa böyle bir tehlike içinde kölelerin arasında öldürülme tehdidiyle yaşamaya başladı. Annesi de Hz. Musa için endişe ediyordu. Bu endişesi Allah'tan aldığı ilhama kadar da sürdü: 
Musa'nın annesine: "Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, onu suya bırak, korkma ve üzülme; çünkü onu Biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu gönderilen (elçilerden) kılacağız" diye vahyettik (bildirdik). (Kasas Suresi, 7)
C:\Users\kişi\Desktop\hzmusa_dersler2.jpg 
Allah, Hz. Musa'nın annesine eğer korkarsa ne yapacağını söylemişti. Eğer Firavun'un adamları Hz. Musa'nın doğduğunu öğrenirse onu sandığın içine koyacak ve suya bırakacaktı. Hz. Musa'nın annesi aldığı vahiy doğrultusunda öyle de yaptı. Çünkü oğlunun hayatından endişe ediyordu. Hz. Musa'yı bir sandığa koydu ve akmakta olan Nil'in sularına bıraktı. Akıntının onu nasıl ve nereye götüreceğini bilmiyordu. Fakat Rabbimizin ilhamı ile, sonunda tekrar kendisine geri döneceğini ve peygamber olacağını biliyordu. Herşeyi yaratan ve onlara nizam veren Allah, onu ve Hz. Musa'yı da yaratmış, kaderlerinin nasıl olduğunu da ona bildirmişti. Allah daha sonra doğumuyla ilgili bu gerçeği Hz. Musa'ya şöyle hatırlatacaktı:
"Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:)"
"Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır..." (Taha Suresi, 38-39)
Kuran’da anlatılan bu örnekte de, peygamber annesi de olsa, evladını suya bırakan bir annenin Allah’a olan itaatini görmekteyiz. Kıssadan anladığımız üzere Hz.Musa’nın annesi oldukça zorluk gerektiren bir itaat yaşamıştır. Ancak itaat etmesinin karşılığında Allah, zorluğun ardından kolaylık kılmış ve onu çocuğuna tekrar kavuşturmuştur.

HELAK EDİLEN İTAATSİZ KAVİMLER
Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Tevbe Suresi, 70)
Allah'ın elçileri aracılığıyla insanlara yaptığı ilahi tebliğ, insan yaratılışından beri bizlere ulaştırılmaktadır. Kimi toplumlar bu tebliği kabul etmişler, kimileri inkar etmişlerdir. Bazen inkarcı bir toplumun içinden küçük bir azınlık çıkmakta ve sadece bunlar elçiye uymaktadırlar. 
Ancak kendisine tebliğ gelen kavimlerin çok büyük bir kısmı bunu kabul etmemişlerdir. Sadece Allah'ın elçisinin kendilerine getirdiği tebliği dinlememekle kalmamış, aynı zamanda elçiye ve ona uyanlara da zarar vermeye çalışmışlardır. Elçiler, birçok kez "yalancılık, büyücülük, delilik, şımarıklık" gibi nitelendirmelerle suçlanmış, hatta birçok kez kavmin önde gelenleri onları öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. 
Oysa ki, her peygamber, kavminden yalnızca Allah'a itaat etmesini istemiştir. Bunun karşılığında para ya da başka bir dünyevi çıkar talep etmemişlerdir. Kavimlerinin üzerine bir zorlayıcı da olmamışlardır. Tek yaptıkları gönderildikleri toplumu gerçek dine davet etmek ve kendilerine uyanlarla birlikte o toplumdan farklı bir hayat tarzı yaşamaya başlamaktır.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\lut kavmi.jpg 
Kuran’da Allah Elçileriyle uyardığı ancak itaat etmedikleri ve nankörlük ettikleri için helak ettiği kavimlerden birçok ayette söz etmektedir. Şuara Suresinde 108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179. ayetlerde, gönderilen elçiler; "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin." diyerek kavimlerini Allah’a iman etmeye ve itaate davet etmişlerdir. Ancak inkarda direnen kavimler, sadece elçiler ve ona inanan çok az sayıda müminler kurtarılarak, helak edilmişlerdir.
Kuran'da Nuh, Semud, Ad, Medyen, Lut Kavimleri gibi inkar eden azgın kavimlerin kıssaları haber verilmiştir. Örneğin, bu itaatsiz kavimlerden Semud Kavmi’ni uyarıp korkutması için Hz. Salih'in peygamber olarak gönderildiğinden bahsedilir. Hz. Salih, Allah’ın vahyi üzerine, inkarda direnen kavminin Allah'ın emirlerine uyup uymayacaklarını belirlemek için son bir deneme olarak onlara dişi bir deve gösterir. Kendisine itaat edip etmeyeceklerini denemek için kavmine, sahip oldukları suyu bu dişi deve ile paylaşmalarını ve ona zarar vermemelerini söyler. Böylece kavim bir denemeden geçirilir. Kavminin Hz. Salih'e cevabı ise, bu deveyi öldürmek olmuştur. Şuara Suresi'nde, bu olayların gelişimi şöyle anlatılır:
Hani onlara kardeşleri Salih: "Sakınmaz mısınız? demişti. "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; Siz burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız? Bahçelerin, pınarların içinde, ekinler ve yumuşak tomurcuklu gözalıcı hurmalıklar arasında? Dağlardan ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar)." Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir. Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar." Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular. (Şuara Suresi, 141-157)
Allah, inkar edenlerin kurdukları hileli düzenleri boşa çıkarmış ve Hz. Salih'i kötülük yapmak isteyenlerin ellerinden kurtarmıştır. Bu olaydan sonra artık kavme her türlü tebliği yaptığını ve hiç kimsenin öğüt almadığını gören Hz. Salih, kavmine kendilerinin üç gün içinde helak olacaklarını bildirmiştir. Nitekim üç gün sonra Hz. Salih'in uyarısı gerçekleşmiş ve Semud Kavmi helak edilmiştir:
O zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (halkı) gerçekten Rablerine (karşı) inkâr etmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud (halkına Allah'ın rahmetinden) uzaklık (verildi.) (Hud Suresi, 67-68)
Kısacası Semud Kavmi, Allah'ın elçilerine itaat etmemenin karşılığını helak olarak ödemiştir. Yapmakta oldukları yapılar, sanat eserleri kendilerini azaptan koruyamamıştır. Semud Kavmi, daha önceki ve sonraki birçok inkarcı kavim gibi şiddetli bir azapla helak edilmiştir.
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif


İTAATSİZLİĞİN SONUCU


İTAATSİZLİK GÜÇ KAYBINA SEBEP OLUR
Müminlerin inkarcılara karşı başarı kazanması da resullere ve emir sahiplerine olan itaatlerine bağlıdır. Ancak bunun tersi de geçerlidir. Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…” (Nisa Suresi, 59) ayetine uyup eğer itaat ederlerse Allah müminleri destekler ve onlara başarı verir. Eğer müminler emre itaat etmezlerse, inkarcılar karşısında güç kaybederler. Aşağıdaki ayet, peygamber döneminde müminlerin yaşadığı bu tür bir olayı anlatmaktadır: 
Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları (inkarcıları) kırıp-geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah müminlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır. (Al-i İmran Suresi, 152)
Kuran’da örnek verilen Talut kıssası bunun en açık örneğidir:
“Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok" dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249)

Ayette bildirildiği gibi, Allah’ın elçisi olan Talut'un emrine itaat etmeyenler güçsüz kalmışlardır. İtaatli ahlaklarından taviz vermeyerek Talut'a uyan müminler ise, Allah tarafından güç kazanmışlar ve Allah'ın izniyle sayıları çok az kalmasına rağmen galip gelmişlerdir.
İTAATTEN YÜZ ÇEVİRENLER
Yüce Allah Kuran’da itaat etmeyenlerin durumlarını çok açık tarif etmiştir. Ali İmran suresinin 32. ayetinde Allah’a ve elçisine itaat etmeyenler “kafir” olarak isimlendirilir:
De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez. (Âli İmran Suresi, 32)
Bununla birlikte Kuran’da itaat ettiğini söyleyip aslında itaat etmeyen kişilerden de bahsedilir. Konuyla ilgili ayet şöyledir:
Ey iman edenler, Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin. Ve: "Biz işittik" dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın; Gerçek şu ki, Allah katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir. (Enfal Suresi, 20-22)
Ayetlerde geçen “işittik dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler” ve “sağırlar” ifadeleri aslında bu kişilerin emri işitip itaat etmediklerini fakat itaat ettiklerini sandıklarını göstermektedir (En doğrusunu Allah bilir). Bu da kişi için çok tehlikeli bir durumdur. Kuran’da bu tür insanların şuurunun kapandığı ve Allah’ın dilemesi dışında tekrar doğruyu bulamayacakları şu şekilde haber verilir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Câsiye Suresi, 23)

İTAAT ETMEYENLERİ BEKLEYEN ACI AZAP 
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\cehennem3.jpg


Kişi Allah yoluna çağrıldığı halde Allah’ın ayetlerinden yüz çeviren ve Allah yolunda mücadeleden geri kalmasına sebep olan insanların sözlerini dinlerse, tamamen Allah yolundan uzaklaşacak ve kopacaktır. Bu durum ile ilgili ayet ise şöyledir:
Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin-geri çevirirler, böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz. (Âli İmran Suresi, 149)
İtaat, ebedi kurtuluşun anahtarıdır. İtaat etmeyen, din ahlakından ve müminlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer ise, cehennemdir:

“Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..” (Nisa Suresi, 115)
C:\Users\kişi\Desktop\56769e2b3kmecs1.gif